Lale Qasımlı

Anahtar Kelimeler: Millî mücadele, Azerbaycan Edebiyatı, KurbanSaid, Ali ve Nino, roman

Giriş

Azerbaycan edebiyatının önemli romanlarından biri olan Ali ve Nino, ilk defa 1937 yılında Kurban Said müstear ismiyle Viyana’da E.P. Tal Verlag tarafından Almanca olarak yayımlanır. Eserin gerçek yazarının kim olduğu günümüze kadar uzayan bir tartışmanın konusudur. Roman, uzun yıllar Kurban Said müstear ismiyle yazan Avusturyalı Baronesse Elfrida von Ehrenfels’e atfedilir. Fakat Amerikan Şarkiyatçı Tom Reiss romanın Baronesse Elfrida von Ehrenfels’in sevgilisi olan, Azerbaycan’da yaşamış Yahudi kökenli Muhammet Esat Bey’e, diğer adıyla Lev Nussimbaum’a ait olduğunu kanıtlar. Günümüzde bazı araştırmacılar bu bilgiyi kabul etse de bazıları Kurban Said müstear isminin Azerbaycanlı yazar Yusif Vezir Çemenzeminli’ye ait olduğu fikrini ileri sürer. Azerbaycan Yazarlar Birliği de Çemenzeminli ismi üzerinde durur.

Ali ve Nino 1969 yılında ressam ve tercüman olan Jania Graman tarafından Almancadan İngilizceye tercüme edilerek yeniden yayımlanır (Acar, 2019: 142). 1970 yılında Almanya’nın Münih şehrinde “Azadlıq” radyosunda seslendirilir. Birçok dile çevrilen roman, 1989 yılında Mirze Hazar tarafından Azerbaycan Türkçesine tercüme edilerek 1990 yılında Azerbaycan dergisinde yayımlanır. Türkiye`de ise ilk kez 1971 yılında Semih Yazıcıoğlu`nun tercümesiyle neşredilir. Eser, 2007 yılında Bakü`de tiyatro olarak oynanır, 2015`te ise filmi çekilir.

Genellikle bir aşk romanı olarak değerlendirilen ve benzeri eserlerden hiç de eksik olmadığı vurgulanan Ali ve Nino eseri, 19. yüzyılın başlarında dünyada, özellikle Kafkasya’da yaşanan tarihî olaylar, Çarlık Rusyası’nın buradaki etkileri, bu etkiler sonucu yaşanan siyasi ve kültürel çatışmalar, Azerbaycan tarihi, Azerbaycan’ın bağımsızlık mücadelesi ve dönemin siyasi yapısı hakkında önemli bilgiler veren bir romandır. Konu, iki ayrı millete ve kültüre mensup iki gencin aşk öyküsü etrafında şekillenirken tarihî gerçeklerin yansıtılmasıyla epik bir katman oluşturularak daha cazip hâle getirilir.

Romanın Özeti

Roman, otuz bölüm hâlinde kurgulanır. Hikâye, Bakü’de Rus dilinde eğitim veren bir okulda öğretmenin Bakü’nün coğrafi konumuyla ilgili bilim adamlarının iki farklı görüşünden bahsettiği dersle başlar. Derste, Bakü’nün sosyo-kültürel aidiyetinin Doğu’ya mı yoksa Batı’ya mı yaslanacağının aslında bu yeni kuşağın tutacağı yol ile ilgili olduğu konusu üzerinde durulur. Romanın başkahramanı Ali Han, dersi dinleyen öğrencilerden biridir. Müslüman ve soylu bir ailenin oğlu olan, Rus okulunda eğitim gören Ali Han, Bakü’de yaşayan Nino’yu sever. Nino da asil bir Gürcü ailenin kızıdır. Okulu yaz tatiline girince Ali Han, ailesiyle Karabağ’ın Şuşa şehrine tatile giden Nino’nun yanına gider. O sırada Ali Han, I. Dünya Savaşı’nın başladığı haberini alır ve bunun üzerine Bakü’ye döner. Ali Han çevresindekilerin ısrarına rağmen bu savaşa katılmak istemez. Kendi ülkesi için savaşacağı günün yaklaştığını düşünerek beklemeyi tercih eder.

Birbirlerini seven gençlerin evlenme isteği Ali Han’nın ailesi tarafından olumlu karşılanırken Nino’nun ailesi ilk başta söz konusu duruma itiraz eder, sonra gençlerin Ermeni arkadaşları Nahararyan’ın etkisiyle onlar da bu evliliği onaylar. Vaka, Nino’nun Nahararyan tarafından kandırılarak kaçırılmasıyla dramatikleşir. Nahararyan’ı öldüren Ali Han, polis takibi ve Nahararyan’ın akrabalarının ondan intikam alacağı endişesiyle Bakü’den ayrılmak zorunda kalır, Dağıstan’a yerleşir. Bir süre sonra Nino, Dağıstan’a Ali Han’ın yanına gider ve orada evlenirler. Bu günlerde Ali Han, arkadaşlarından aldığı haberlerden Çarlık Rusyası’nın yıkıldığını öğrenir. Geri dönmek için ortada hiçbir mani kalmamıştır. Halk, Bakü’de olan Ermenilere karşı mücadele eder. Bakü’nün Rusların idaresi altına girmesi neticesinde arkadaşlarından birçoğunu kaybeden Ali Han, ailesiyle beraber İran’a geçer. Bir süre sonra Gence’de Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin kurulduğunu öğrenir. Osmanlı ordusu, tüm ülkeyi kurtarmak için Bakü’ye yardıma gelir. Ali Han ülkesine dönmek, Bakü’nün bağımsızlığı için mücadele etmek istese de sınırın kapalı olması sebebiyle bu isteğini gerçekleştiremez. Ancak Ali Han ve beraberindekiler, Bakü’nün bağımsızlığına kavuştuğunu duyunca geri döner. Bu süreçte Ali Han, Azerbaycan devletinde görev alır. Önce Osmanlı ordusunun, sonra İngilizlerin ülkeyi terk etmesi endişelenmesine sebep olur. Yeni kurulan devletin henüz kendisini Ruslardan koruyacak güce sahip olmadığının farkındadır. Bu gelişmeler üzerine, Ali Han ailesiyle Gence’ye gitmeye karar verir. Gence’deyken Rusların Bakü’ye girdiği haberini alır. Rus Ordusu, Azerbaycan’ın iç bölgelerine doğru ilerlerken Ali Han eşini ve çocuğunu Tiflis’e gönderir, kendisi Gence’de mücadeleye katılır. Bu mücadele sırasında hayatını kaybeder.

Ali ve Nino Romanında Millî Mücadele Sahnesi Olarak Bakü ve Gence

Ali ve Nino romanında millî mücadele uzamı olarak Bakü ve Gence’nin nasıl yer aldığını belirlemeden önce anlatma esasına bağlı eserlerde mekân unsuruna bakmakta fayda var. Böyle eserlerde anlatıcı, bakış açısı, kişiler, zaman gibi yapıyı oluşturan önemli unsurlardan biri de mekândır. Mekân, öncelikle olayların dekorudur. Nurullah Çetin (2009: 133) bununla ilgili şöyle der: “Mekân, romana özgü olay ya da olayların ve roman kişilerinin hareketlerine ayrılmış bir sahne olan yerdir.” Diğer edebiyat kuramcıları da mekân denince akla ilk gelen bu görüşü savunurlar. Fakat klasik romanda çoğunlukla durağan, yani “statik” konuma sahip mekân, zamanla eserlerde çeşitli işlevler yüklenir. Mehmet Tekin (2002: 129), yazarın mekân unsurunu olayların cereyan ettiği çevreyi tanıtmak, roman kahramanlarını çizmek, toplumu yansıtmak, atmosfer yaratmak için kullanabileceğini ve olayları şekillendirirken bunlardan birini devreye soktuğu gibi, birkaçını da dikkate alabileceğini belirtir. Bunların hepsinin temelinde yatan gerçeğin, anlatıya “sahihlik” kazandırmak endişesinin olduğunu söyler. Çünkü kurmaca bir eserde mekân da kurmacadır. İsmail Çetişli’nin (2009: 77) belirttiği gibi anlatma esasına bağlı eserlerde mekânlar, çoğu zaman içinde yaşadığımız dünyadaki bildiğimiz yerler olmalarına ve gerçek isimleriyle yer almalarına rağmen “harici âlemdeki gerçek mekânla, itibari eserlerdeki uzam birbirinden farklıdır. Zira itibari eserlerdeki mekân; olay, insan ve zamanda olduğu gibi, yazar tarafından kurgulanmış olma niteliğine sahiptir. Seçilen mekânın muhayyel veya gerçek olması bu hususu değiştirmez. Tarihî eserlerde anlatıya “sahihlik” kazandırmak endişesi daha önemlidir. Bu gibi eserlerde yazar, olayları gerçekçi bir biçimde betimlemeye çalışırken diğer yandan, mekânın gerçekçi tasvirine de özen gösterir.

Anlatma esaslı eserlerde mekânı genellikle “tasvir”le tanırız. Yazar, olay mekânını bize tasvir ederek hayalimizde bir resim çizmeye çalışır. Bu esnada yazar, gerçekçi veya romantik tasvir yöntemlerinden birini seçer. Yapılan tasvirle mekâna nasıl bir işlev yüklendiği ve diğer unsurlarla mekân arasında kurulan bağ da rahatlıkla görülür.

Ali ve Nino romanında zaman kesin belirtilmez, yalnız olaylardan yola çıkılarak tespit edilebilir. Romanın öykü zamanı tarihsel olayların yoğun olduğu bir süreçtir. Genel olarak baktığımızda olaylar I. Dünya Savaşı, Rus Devrimi, millî mücadele ve bunun sonucunda Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin kurulması, son olarak Sovyet ordusunun Bakü ve Gence’yi işgal ederek tüm Azerbaycan’ı ele geçirdiği dönemi kapsar. Romanda Bakü’de telefon hattının çekilmesi meselesine dikkat edilirse; olaylar, 1875’te başlar, 1920’de gerçekleşen Gence isyanı ile de tamamlanır.

Vakalar, geniş bir coğrafyayı kapsasa da asıl olaylar Doğu ve Batı`nın buluştuğu Bakü`de gerçekleşir. Yukarıda belirtildiği gibi roman önemli bir tarihî dönemi içine alır ve olaylara özellikle Bakü merkezli yaklaşılır. Bu sırada dünyada ve Kafkasya`da yaşananların Azerbaycan`a etkisi ve Azerbaycan bağımsızlık hareketi ele alınır. Bakü, millî mücadelenin başlayıp geliştiği şehirdir. Millî mücadele açısından ana konum olan Bakü’yle beraber diğer şehirler de mekân olarak romanda yer alırken Gence’nin ulusal direnişteki yeri unutulmamıştır.

Ali ve Nino romanının ana mekânı olan Bakü ismi, milattan önce yazılmış kimi tarihî kaynaklarda geçer ve şehrin öyküsü çok eskilere uzanır. Eski belgelerde burada kuyulardan elle petrol çıkarılması, tuz ve safran üretimi ile ilgili bilgiler verilir. Bakü, yüzyıllar boyunca doğu, güney ve kuzeydeki komşularıyla ticaret yapar. Bu bağlantılar hem kervan yolları hem de deniz yoluyla gerçekleşir. Bakü’nün çok yönlü gelişimi ve tanınması 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra, 1870’lerden itibaren başlar. Bu, petrol sanayisinin gelişmesinden kaynaklanır (Süleymanov, 2009: 5-7).

Çarlık Rusyası’nın Kafkasya’da Tiflis’i merkez şehir olarak belirlemesine rağmen petrol sanayisinin gelişmesiyle gözler Bakü’ye çevrilir. Bakü, 1859’dan itibaren bir yönetim merkezi haline geldikten sonra şehir nüfusu her geçen gün artar, şehirde yeni mahalleler inşa edilir. Dünyanın dört bir yanından birçok zanaat ve meslek sahibi, zengin olmak için buraya akın eder (Süleymanov, 2009: 12). Bu durum romana da yansır: “Hə, ruslar Bibiheybətdə çoxlu neft tapmışlar. Nobel nəhəng bir Alman maşınını ölkəyə gətirmişdir ki, dənizin bir qismini təmizləyib neft axtarıb tapsın.” (Səid, 2015: 12). Bunun sonucunda Bakü, çok milletlilik özelliği taşıyan bir şehre dönüşür. Şehrin büründüğü bu etnik zenginlik, romanda şu sözlerle ifade edilmişti: “Bakıdakı rus gimnaziyasının üçüncü sinfində biz qırx şagird idik: otuz nəfər müsəlman, dörd erməni, iki polyak, üç sektant və bir nəfər rus.” (Səid, 2015: 3). Bu ifadelerde Müslüman derken Azerbaycan Türkleri kastedilir.

Romanın girişinde, vaktiyle “sokaklarında yüzyıllarca çok kan akmış” (Səid, 2015: 18) Bakü’ye şimdi sakin bir hayatın hâkim olduğu izlenimi verilir. Şehirle ilgili tasvirler olumludur. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren sosyal ve kültürel hayatta başlayan gelişmeler devam eder. Telefon hattı çekilir, yeni sinema salonları açılır (Səid 2015: 7). Doğu’ya mı yoksa Batı’ya mı ait olması gerektiği ile ilgili fikir ayrılıkları üzerinde durulan Bakü’nün roman boyunca Avrupai bir şehre dönüşmüş yüzüyle karşılaşılır. Bütün bunlar Bayır Şehir olarak da isimlendirilen kale duvarlarının dışına doğru genişleyen kısımda yaşanır. Burada “küçələr enli, evlər hündür, insanlar da pulpərəst və səs-küylü idi. Bu bayır şəhərin təməli bizim səhradan çıxan və var dövlət gətirən neft idi. Orada teatr, məktəblər, xəstəxanalar, kitabxanalar, polis nəfərləri və çiyinləri açıq gözəl qadınlar var idi (Səid 2015: 18).” Bütün bu gelişmeler petrol sanayisinin gelişmesiyle gerçekleşir ve Ruslar engel olmazlarsa şehrin Avrupalılaşması daha hızlı sonuç verebilirdi: “Bu gözəl şəhər Avropanın darvazasıdır. Əgər Rusiya belə geridə qalmasaydı, vətənimiz çoxdan Avropa ölkəsinə çevrilərdi (Səid, 2015: 91).”

Roman kahramanının da oturduğu ve bütün ruhuyla bağlı olduğu İçerişehir ise Doğu’nun bir parçası olarak hayatını sürdürür: “Qala divarlarının daxilində isə evlər Şərq qılıncı kimi dar və ayrı idilər. Məscidlərin yumuşaq buludları dələn minarələri Nobel ailəsinin buruq qüllələrindən tamamilə fərqlənirdi. İçərişəhərin şərq divarından Qız qalası ucalırdı (Səid, 2015: 18).”

Romanda Bakü’nün millî mücadelenin merkezine dönüşmesi, I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla gerçekleşir. Savaş haberini Şuşa’da alan Ali Han’ın acilen Bakü’ye dönerken yol arkadaşıyla yaptığı sohbette, bu savaşa katılma niyetinde olmadığını öğreniriz. Çarlık Rusyası, Azerbaycan’daki askerlik mesleğini ve Azerbaycan Türklerinin askerî yeteneklerini yok etmek için onları askerlik hizmetinden muaf tutar. Yalnız aristokrasiden olan insanlar kendi istekleri üzerine hizmet yapabilirlerdi (Rəsulzadə, 1990: 50). Buna rağmen Ali Han asla bu savaşa katılmak istemez. Çünkü bu savaş onun topraklarında yaşanmıyordu, onun ülkesini ve şehrini tehdit eden bir düşman da yoktu. Savaşa ancak kendi topraklarında çıkabilecek muhtemel saldırı karşısında katılabilir fikrindeydi:

“..mən burada qalmalıyam. Özümü düşmənin vətənimizə, şəhərimizə və torpağımıza ayaq basdığı günə hazırlaşdırmalıyam. Qoy lovğalar bu müharibəyə getsilər. Amma ölkədə kifayət qədər adam qalmalıdır ki, möhtəməl düşməni dəf etmək mümkün olsun. (...) Mən qalıram. Qalıram ki, vətənimi o gözəgörünməz yadellidən qoruyum.” ( Səid, 2015: 75-76).

Ali Han bu savaşın kendi ülkesi ve şehri için zor şartlar getireceği düşüncesindedir. Ülkesini, şehrini nelerin beklediğini kesin olarak açıklamaz, olası bir düşmandan bahseder. Fakat yaşanacak olumsuzluklardan da şüphelenir.

Bu dönemde, geçen asırdan başlayan maarifçilik hareketi daha da ilerler ve siyasi mahiyet kazanır. Bakü’de toplanan aydınlar, halkı aydınlatmaya devam ederken Azerbaycan’ın ulusal, demokratik bir ülke olması yolunda ciddi adımların atılması için elverişli koşulları kollamaktadırlar. Azerbaycan halkının seçkin entelektüel ekibi böyle bir dönemin geleceğine inanmaktadırlar (Baykara, 1992: 108).

Ali Han şehre geldiğinde savaştan çok uzakta kalmış bir Bakü ile karşılaşır. Şehirde sakin bir atmosfer hâkimdir:

“Bakı Zaqafqaziyanın avuqst günəşinin odlu şüası altında süst və tənbəl halda yatırdı. Onun qədim, qırışmış sifəti dəyişməmişdi. Bir çox rus şəhərdən qeybə çıxmışdı. Onlar çar və vətən uğrunda döyüş meydanına getmişdilər. Polis evləri gəzib alman və avstriyalıları axtarırdı. Neftin qiyməti artmışdı, qalanın içində və çölündəki adamlar razı və xoşbəxt idilər. Müharibə barədə məlumatları ancaq çayxanaların daimi müştəriləri oxuya bilirdilər. Müharibə çox uzaqda, başqa bir planetdə gedirdi. Fəth edilən və yaxud itirilən şəhərlərin adları yad və uzaq səslənirdi.”( Səid, 2015: 77)

I. Dünya Savaşı, Bakü’deki hayatı özellikle ekonomik olarak etkiler. Burada da belirtildiği gibi petrol fiyatı yükselir. Fakat romanda bu durumun üzerinde pek durulmaz, ekonomik kriz ve şehirdeki işçi itirazlarından bahsedilmez. Savaş başka gezegende yapılıyormuş gibi ülke ve şehir sınırlarından uzaklığının verdiği huzur yansıtılır. Bakü ahalisi hayatlarından memnun ve son derece mutlu bir hâlde tasvir edilir.

Ali Han’la arkadaşı Seyid Mustafa’nın savaşa Osmanlının mı yoksa Rusların safında mı katılacakları tartışması dikkati çeker: “Seyid, -dedim, türklər də bizim tayfadandır. Biz eyni dildə danışırıq. İkimizin də damarlarında Turan qanı axır, bəlkə buna görə xəlifənin hilalı altında ölmək daha asandır.” (Səid, 2015: 96). Ali Han’nın bu düşüncesi artık millî kimliğin dinî kimliğin önüne geçtiğinin bir göstergesidir. Dönem tarihine bakarsak aydınların da aynı düşüncede olduğunu görürüz. Bu sıralarda Bakü’de yayımlanan gazete ve dergilerde aydınlar, millî kimlik ve millet kavramları üzerinde durup halkı bahsi geçen mevzuda aydınlatmaya ve millî birlik düşüncesi etrafında birleştirmeye çalışıyorlardı.

Çarlık Rusyası’nın Anadolu’da ilerlemesi sonucu Bakü’nün sokaklarında esir alınmış Türkler görünmeye başlar: “Cır-cındıra çevrilmiş boz rəngli uniforma geyən türk əsirləri küçələrdən keçirdilər. Onlar dəniz sahilinə tərəf gedirdilər. Orada onları buxar gəmilərinə doldurub Nargin adasına aprırdılar (Səid, 2015: 117).” Bütün bu manzara, uzakta yaşanan savaşı yakın eder. Artık Bakü sokakları savaşın izlerini yansıtır. Rusların Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarında ilerlemesi Azerbaycan Türklerini endişelendirir. Böyle günlerden birinde akşamleyin Alilerin evinde millî burjuvazi ve aydın kesimin katıldığı bir toplantı gerçekleşir. Gerçek isimleriyle zikredilen katılımcılar Azerbaycan’ın önde gelen tarihî şahsiyetlerinden birkaçıdır. Bu müşaverede birkaç kişinin düşüncesi dinlenir. Çarlık Rusyası ya da Osmanlı İmparatorluğu’nun bu savaştan kazançlı çıkması durumunda ülkeyi bekleyen gelişmeler üzerine konuşulur. Rusya’nın savaşı kazanması durumunda Müslüman-Türklere karşı acımasız davranacağı, ana dilde eğitim almalarını yasaklayacağı, cami ve okulları kapatacağı, ülkede yabancıların sayısının artacağı, dolayısıyla millî kimliklerinin ve varlıklarının ciddi tehdit altında olacağı ifade edilir. Enver Paşa’nın küçücük bir zaferinin çok faydalı olacağını belirterek bu konuda Osmanlı İmparatorluğu’na nasıl yardımcı olabileceklerini tartışırlar. Savaş sürecinde Osmanlı’nın yanında olduklarını beyan edecekleri takdirde Rusya’nın tutumu üzerine yorumlar yapılır. Bazıları Rusya’nın savaştan kazançlı çıksa bile sonunun geldiğini ve buna göre davranılması gerektiğini ileri sürer. Fethali Han Hoyski’nin yaklaşımı, kimseye bağlı kalmadan kendi devletini kurma isteği üzerine kurulmuştur. Savaştan kazançlı çıkan ülkenin bile yararlı olacağına dikkat çeken Fethali Han, bu durumu iyi kullanmak gerektiği düşüncesini dile getirir ve her iki saraydan-Osmanlı ve Romanovlardan- tek talepleri olması gerektiğini vurgular. Bu, kendilerine ait olan her şeyde ve her alanda bağımsızlık talebidir (Səid, 2015: 144).

Muhammet Emin Resulzade (1990: 28), Azerbaycan Cumhuriyeti kitabında cumhuriyetin kuruluş sürecini anlatırken aynı şekilde Azerbaycan Türklerinin Cihan Savaşı ve Rus Devrimi’nden kendi hürriyet ve hâkimiyetimilliyesini temin eden bir netice beklediğini belirtir.

Romanın ilerleyen sayfalarında Ali Han, arkadaşlarını yine bir toplantı için eve davet eder. Bu dönemde Bakü’de aydın kesimle burjuvazinin sık sık fikir alışverişi yaptığı bilinir. Böyle toplantılardan biri 1905 yılının 5 Mart’ında yerli petrol zenginlerinden Tağıyev’in evinde gerçekleşir. Ülkenin önemli isimlerinin katıldığı bu toplantıda ciddi kararlar alınır (Baykara, 1992: 109). Bu gibi toplantıların özellikle burjuvazi mensuplarının evlerinde yapılması dikkat çeker. Toplantıların bu evlerde yapılması Çarlık Rusyası’nın burjuvaziye karşı hassas davranışıyla açıklanabilir, tabi ekonomik bir güç olmaları bunu gerektirir, ayrıca bu kesim kendini korumayı da iyi bilir.

Romanda Ali Han, Nahararyan’ı öldürdüğü için Bakü’den ayrılmak zorunda kalır. Bu nedenle Bakü’deki gelişmeleri arkadaşlarının verdiği haberler aracılığıyla takip eder: “Təzə bir qəzet buraxmağa başlayıblar. Fəhlələr tətil eləyir.” (Səid, 2015: 172). Burada Bakü’deki matbuat hareketleri ve işçi grevlerine dikkat çekilir. Böylece romanda bu konuya ilk kez bir cümleyle değinilir. 1905 olaylarından sonra oluşan özgürlük ortamında Bakü’de basın hayatı gelişme gösterir. Birçok yeni gazete yayın hayatına başlar. Fakat başka nedenler de olmakla birlikte sansür dolayısıyla gazeteler sık sık kapatılır. Bundan yılmayan aydınlar isim değişikliği yaparak kurdukları yeni gazetelerle basın hayatını canlı tutarlar. Yukarıda da değinildiği gibi yüzyılın başlarından itibaren ülkede, özellikle de sanayi şehri olan başkent Bakü’de gerçekleşen işçi sınıfın itirazları romana pek yansımaz. Oysa Bakü’de 1903 yılının Temmuz’unda işçi sınıfının ilk itiraz eylemi gerçekleşir. Elli bin işçinin katıldığı bu grevde işçiler çalışma saatlerinin azaltılması, maaş zammı, hürriyet vs. gibi taleplerde bulunurlar. Kalabalıktan sokak ve madenlerin titrediğini belirten Manaf Süleymanov, Bakü’nün grev hareketine aktif katılımının diğer yerlerden farklı olduğunu, şehrin âdeta bir askerî kampa benzediğini belirtir (Süleymanov, 2009: 25-26). Oysa bir süre ara verildikten sonra I. Dünya Savaşı döneminde bile bu itirazlar devam eder.

Bir süre Dağıstan’da yaşamaya devam eden Ali Han, Bakü’yle ilgili haberleri arkadaşlarından almaya devam eder. Bir gün arkadaşının gönderdiği mektupta şehirde yaşananları anlatmasıyla Çarlık Rusyası’nın yıkıldığını anlarız:

“Xəbərin olsun ki, şəhərimizdə böyük hadisə baş veib. Məhbuslar həbsxanadan çıxıb indi şəhərimizin küçələrində gəzirlər. Bilirəm, indi soruşursan ki bəs polis haradadır? Amma bil ki, polislər indi məhbusların oturduqları yerdədirlər. Dənizin qırağındakı zindanda. Bəs əsəgərlər? Əsgər-zad yoxdur. Bilirəm, dostum, indi başını yelləyib deyirsən ki, bizim qubernator necə bu işlərə yol verir. Agah ol ki, bizim müdrik qubernator dünen şəhərdən qaçıb. (...) Bilirəm, indi özün-özünə sual verirsən ki, bəs axı niyə çar yeni polis nəfərlərini və yeni qubernatoru şəhərə göndərmir? Xəbərin olsun ki, artıq çar mövcud deyil.” (Səid, 2015: 185-186).

1917 yılında Rusya’da gerçekleşen devrim, Çarlık Rusyası’nın sonunu getirir. Bu, birçok halk gibi, Azerbaycan Türklerinin de millî mücadelesinin yeni bir merhaleye geçmesinde etkili olur. “20. yüzyılın başı, 1905 Rus Devrimi ve 1917 İkinci Rus Devrimi arasındaki yıllar, Azerbaycan Türklerinin bağımsızlığını teşvik ederek Azerbaycan halkını özgürlüğe ve nihayet büyük çabalar, ölümler, katliamlar, savaşlar, kahramanlık ve fedakârlıklara bağımsızlığa götüren yıllardır (Baykara, 1992: 164). Romanovların yıkılışı, özgürlüğü sağlamak için Kuzey Azerbaycan’daki ulusal kurtuluş harekâtını daha da ileriye götürür.

Aldığı haber üzerine Bakü’ye dönen Ali Han, Bakü’deki insanların sevinçle karışık korku içinde olduklarının farkına varır. Bakü’de bir kargaşa vardır. Çarlık Rusyası yıkılsa dahi Ruslar petrol şehri Bakü’den vazgeçme düşüncesinde değildir. Düşman, şehrin kapısında bekler:

“Müsəlmanlar! Mən bir daha şəhərimizin vəziyyətini sizə başa salmaq istəyirəm. İnqilab başlanandan bəri cəbhə dağılır. Rus fərariləri əli silahlı və soyğunçuluğa hazır vəziyyətdə Bakının ağzında dayanıblar. Şəhərdə yalnız bir müsəlman hərbi hissəsi var. Bu hissə `Vəhşi diviziya könüllülüəri` olan bizlərik. Biz həm sayca, həm də hərbi sursat baxımından ruslardan zəifik. Şəhərimizdəki ikinci hərbi hissə `Daşnaksütyun` adlı erməni millətçi partiyasının hərbi dəstələridir. (...) Biz tələb edirik ki, rus əsgərləri və qaçqınları bir də bizim şəhərimizdən keçməsinlər. Ruslar bizim tələbimizi rədd etsələr, biz ermənilərlə ittifaqda öz tələblərimizi hərbi yolla yerinə yetirmək iqtidarındayıq. Müsəlmanlar, `Vəhşi diviziya`ya yazılın və silaha sarılın. Düşmən qapının ağzındadır.” (Səid, 2015: 188).

Bakü’deki önderler insanları silaha sarılmaya davet eder. İnsanlar şehirlerini korumak zorundadırlar, aksi hâlde yine bağımsızlıklarını kaybedeceklerini bilirler.

Nino, Ali Han’a belirsizliğin hâkim olduğu şehri terk etmeyi önerir. Ali Han, uzun zamandır beklediği günün geldiğinin farkında olduğu için şehri müdafaa etmekten başka bir şey düşünemez. Azerbaycan Türkleri askerî bakımdan zayıf olduklarından Ruslara karşı direnebilmek için Ermenilerle anlaşmaya giderler. Bakü sokaklarından savaş ve kan kokusu gelir: “Mən qulaq asırdım. Döyüş və qan iyi gəlirdi. Artıq neçə gün idi ki, kazarmanın həyətində pulemyotdan necə istifadə etməyi öyrənirdim. İndi bu yeni biliyi lazımlı işdə tətbiq etmək olardı.” (Səid, 2015: 189).

Sıkıntı içinde olan sokaklarda hâlâ alışveriş yapan, gezinen insanların hareketlerinde korkunç bir şeyler sezilmekteydi. Sanki hepsi günlük rutinlerinin yakın günlerde anlamsız hâle geleceğinin farkındaydılar (Səid, 2015: 189). Bakü’nün huzurlu hayatı artık çok uzaklardaydı:

“Aman Allah, şəhərimizin küçələri döyüş meydanına, teatr binası baş qərargaha çevirləcək. Bir az sonra Nikolay küçəsindən keçmək vaxtı ilə Çinə getməkdən də çətin olacaq. Müqəddəs Tamra liseyinə çatmaq üçün insan gərək ya dünyagörüşünü dəyişsin, yaxud bir orudunu məğlub etsin. Mən artıq sizin silahlanmış halda qubernator bağının içindən qarnı üstə sürünəcəyinizi və vaxtı ilə Əli xanla görüşdüyüm hovuzun üstündə pulyemot qurulacağını xəyalımda canlandırıram. Biz qəribə bir şəhərdə yaşayırıq.” (Səid 2015: 190).

Bu sahneler, Bakü sokaklarının savaş hazırlığını yansıtır. Bakü’deki tiyatro binaları, gezinti yerleri hepsi bir savaş mekânına çevrilir. Şehir ahalisi vaziyetten endişeli ve yarınla ilgili belirsiz duygular içindedir.

Böylelikle Bakü’de Azerbaycan’ın bağımsızlığı uğruna mücadele başlar. Bazıları Ermenilerden çok umutlu olmamaları gerektiğinin farkındadır. Burada romana yansımayan, 1905 yılında Ermenilerin Azerbaycan Türklerine karşı yaptığı katliama değinilir. Bilindiği gibi 20. yüzyılın başlarında Bakü’de devrimci bir ortam oluşur. Devrim ruhu, Azerbaycan toplumunun bütün katmanlarını sarar. Orta hâlli halk, hizmetçiler, öğrenciler ve diğerleri ulusal çıkarları için mücadeleye katılırlar (Abdullayev, 2014: 58). Aydınların basın faaliyeti, işçi sınıfının durmadan kendi haklarını talep etmesi Rusya’yı tedirgin eder. Daha düne kadar basit insani haklarından mahrum şekilde yaşayan halkın, millî mücadeleye kalkışması Çarlık Rusyası tarafından endişeyle karşılanır ve bunun önüne geçmek için Ermenileri Azerbaycan Türklerinin üzerine salar. Böylelikle Bakü’de 1905 yılında Ermenilerle Azerbaycan Türkleri arasında kanlı çarpışmalar gerçekleşir (Abdullayev, 2014: 55-60). Romanda bu olaylardan pek bahsedilmez, yalnız Ruslara karşı direnmek için Ermenilerle kurulabilecek ittifaktan bahsedilir. Geçmişte yaşananlar sonrasında Ermenilerin birlik olmak istekleri pek inandırıcı gelmez. Öyle de olur, Ermenilerle ilgili umutlar gerçekleşmez, Ermeniler Ruslarla birleşir. Bakü’de Ermeniler tarafından Azerbaycan Türklerine yönelik ikinci katliam meydana gelir. Şehir kan gölüne döner. Camilerde cesetler üst üste yığılır. Zenginlerin evleri yağmalanır. Bakü sokaklarındaki toz, kandan daha kırmızıdır.

Romanda mart ayında Bakü’de gerçekleşen ikinci Müslüman-Türk katliamı ile ilgili ayrıntılı bilgi verilmez. Hâlbuki Banin veya Muhammet Esad’ın biyografik romanlarına bakıldığında Bakü’de yaşananların geniş ve gerçekçi tasvirleri görülür. Dönemin tarihini anlatan aydınlar bu dehşet verici sahneleri anlatmaya devam etmekte zorlanır: “30 Mart - 1 Nisan tarihleri arasında gerçekleşen katliamda on binden fazla masum Azerbaycan Türkü katledildi, dükkânları yağmalandı, evleri yakıldı. Bunu anlatmak, inanın çok zor. Türk kadınları saçlarından birbirine bağlanarak, çıplak gezdirilirken taciz, öldürme ve diğer cinayetler... (Baykara, 1992: 227).” Mücadele sonucunda Bakü ahalisinin birçoğu hayatını kaybederken sağ kalanlar şehri, bazıları hatta ülkeyi terk eder. Bakü’de neredeyse hiç Müslüman-Türk kalmaz. Ali Han, ailesiyle birlikte İran’a geçmeyi başarır.

Resulzade (1990: 37), Bakü işgalinin ardından Ruslarla birlik olan Ermenilerin diğer şehirlerde de amansız katliamlar yaptığından bahseder ve tehlikenin Gence’ye doğru ilerlediğine dikkati çeker:

“Tehlike Gence’ye doğru ilerler. Bir taraftan Gence tehditteyken diğer taraftan da Karabağ Ermenileri Bakü Bolşevikleri ile birleşmek üzere bir plan tertip ediyorlardı. Azerbaycan’ın ateş ile kılıçtan geçirilmesi planı! Şaumyan’nın gazetesi `bağımsız bir ülke değil, değil, harabe bir ülke alacaksınız!` diyordu. Böyle bir tehlike karşısında milleti müdafaa edecek yalnız bir Gence kalmıştı. Gence bu sorumluluğu tek başına üzerine alamazdı.”

Hüseyin Baykara (1992: 231) da Bakü dışındaki şehirlerde yapılan katliamlardan sonra hedefin Gence olduğunu, ikinci başkent olan Gence’nin işgalinin Azerbaycan’ın bağımsızlık savaşının sonu olacağını ve Azerbaycan’ın yeniden sömürge hâline düşeceğini belirtir. Bu yüzden Gence’nin müdafaası hususi önem arz eder. Tiflis’te yeni kurulan ve Gence’yi geçici başkent ilan eden Azerbaycan hükûmeti üyeleri bunun farkındadır.

Hükûmet; Gence’yi işgalden korumak, Bakü dâhil tüm Azerbaycan’ı kurtarmak için Osmanlı İmparatorluğu ile anlaşamaya gider. Bu anlaşmaya göre Osmanlı, Azerbaycan’a destek için ordu gönderir (Baykara, 1992: 230).

Romanda Ali Han’nın bu gelişmeleri İran gazetelerinden takip ettiğini görürüz. Bakü’yü ve tüm ülkeyi kurtarmak için gelen Osmanlı ordusu Azerbaycan gönüllüleriyle birleşir:

“Xalq Gəncə çöllərindən qan axıtdığı bir zamanda İran şirinin kölgəsində oturduğum üçün xəcalət çəkirdim.(...) mənim xalqımın Gəncə düzənliyində qanı axırdı. Məni dərin ümidsizlik haqladı. İran şiri divardan mənə dişlərini ağardırdı. Araz üsündəki sərhəd köprüsü bağlı idi və İran torpağından Ninonun ruhuna yollar da mövcud deyildi.” (Səid, 2015: 239).

Ali Han heyecanla gelişmeleri takip ederken İran’da mahsur kalmanın acısı bütün ruhunu kaplar.

İlk kez burada Gence’den bahsedilirken Azerbaycan hükûmetinin Gence’ye taşındığını, bunun dışında Gence ve çevresinde çarpışmalar olduğunu öğreniriz. Fakat romanda bu çarpışmalarla ilgili herhangi bir tasvir yapılmaz.

Böyle günlerin birinde Bakü’nün bağımsızlığına kavuştuğu haberi tüm İran’a yayılır ve Ali Han ailesiyle birlikte ülkeye geri döner:

“Bakı limanında uzun xəz papaqlar geymiş gümrah əsgərlər dayanmışdılar. İlyas bəy qılıncı sıyırıb gəmini salamladı, türk mayoru təntənəli bir nitq söylədi. Və o çalışırdı ki, yumuşaq İstanbul türkcəsini bizim vətənimizdəki sərt şivə ilə uyğunlaşdırsın. Biz viran edilmiş və talana məruz qalmış evimizə getdik.” (Səid, 2015: 247).

Bakü ve Bakü limanı Osmanlı ordusunun denetimi altına girer. Yüzyılın başından itibaren başlayan ve gelişerek genişleyen millî mücadele sonuç verir. Bakü’nün Türk ahalisi kendi şehirlerine kavuşur. Şehrin viran edilmiş hâli, yangınlarla ilgili pek tasvir yer almazken bağımsızlığın şehre getirdiği tesire dikkat çekilir: “Köhnə qubernator binasının üstündə yeni dövlətin bayrağı dalğalanırdı, məktəb binasında da parlament yerləşirdi. Köhnə şəhər elə bil yeni bir həyata qədəm basmışdı.” (Səid, 2015:249)

Yeni kurulan hükûmet Bakü’ye taşınır; Bakü, Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin başkenti ilan edilir. Şehirde, yeni kurulan devletin bayrağı dalgalanır. Bağımsız bir devletin vatandaşı olmak Ali Han’ın gurur kaynağıdır: “Birinci dəfə idi ki, mən özümü öz vətənimin sahibi hiss edirdim. Ruslar utancaq halda yanımdan keçir və keçmiş müəllimlərim də mənə ehtiramla salam verirdilər.” (Səid, 2015: 250).

Şehir eski huzurlu günlerine geri döner. Bu sakinliği ve bağımsızlığı korumanın tek yolu Avrupai ıslahatlardı, Rus işgalinden ancak bu şekilde korunabilinirdi. (Səid, 2015: 251)

Romanın kahramanı Ali Han devlet bünyesinde idari görev alır, böylece ülkenin inşa sürecini daha yakından takip eder. Bu güzel günlerin birinde I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’yla Mondros Mütarekesi imzalanır, bunun üzerine Bakü sokakları yasa boğulur: “Turan imperyası barədəki mahnı daha bir dəfə Bakının küçələrində eşidildi, amma bu dəfə o mahnı mərsiyə, matəm mahnısı kimi səslənirdi.” (Səid, 2015: 253). Osmanlı ordusu Bakü’yü terk eder. Ordu ve şehir ahalisi hüzün içindedir.

Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin Avrupa devletleri tarafından tanındığı sırada İngiliz alaylarının ülkeyi terk etmesiyle ilgili haberler kafaları karıştırır. Bazıları buna sevinip kendi başlarına kalmanın zevkini yaşarken Ali Han bu durumdan endişe duyar (Səid, 2015: 272). Çünkü yeni devlet, İran ve Osmanlı’nın zayıfladığı bir devirde gözü Bakü’nün petrolünde olan Rusya’ya direnecek bir güce sahip değildir:

“-Bura bax, İlyas bəy, bizim təbii müdafiəçilərimiz Türkiyə və İran idilər, amma hər ikisi indi gücsüzdür. Biz boşluqda qalmışıq və neftimizə susamış yüz altmış milyon rus bizi sıxışdırır. İngilislər burada qaldıqca, istər qırmızı, istərsə də ağ, bir rus sərhədlərimizi keçməyə cürət edə bilməz. İngilislər çıxıb getsələr, Azərbaycanı müdaifə etmək üçün bir sən qalırsan, bir də mən və ölkəmizin yarada biləcəyi bir-iki alay.” (Səid, 2015: 272).

İngiliz birlikleri şehri terk ettiğinde sokaklar bir bayram edasıyla süslenir. Bu sırada Ermenilerin sınırda isyan çıkardığından ve ordunun oraya gitmesi gerektiğinden bahsedilir. Ordu, Ermenistan sınırına doğru hareket eder; Bakü savunmasız kalır. Bakanlık, Ruslarla anlaşmak için evraklar hazırlar. Fakat sınırda otuz bin Rus askeri bekler. Parlamentoda partiler arası sorunlar yaşanır. Olaylar bu şekilde gelişirken Ali Han ile Nino çocuklarını da alıp vagonu Azerbaycan’ın yeni arması ile süslenmiş trenle Gence’ye doğru yol alır. Gence’deyken İlyas, Rusların Bakü’ye girdikleri haberini getirir:

“Gecə Yalamadan rus əsgərləri ilə dolu qatarlar gəldilər. Onlar şəhəri mühasirəyə aldılar və parlament təslim oldu. Qaça bilməyən bütün nazirlər həbs olundu, parlament də ləğv edildi. Rus fəhlələr öz həmvətənlərinin tərəfinə keçdilər. Bakıda bir dənə də olsun əsgərimiz yox idi. Ordumuz isə Ermənistan ilə sərhəddə itirdikləri mövqelərdə dayanmışdı. Mən könüllü partizan dəstəsi yaratmaq istəyirəm.” (Səid, 2015: 276).

Böylelikle savunmasız kalan Bakü, Ruslar tarafından işgal edilir. Romanda işgal ve şehrin durumu ile ilgili bir tasvir yapılmaz, sadece bilgi verilir. Şehri terk etmeyen tüm bakanlar tutuklanır ve parlamentoya son verilir.

Gence sınırında her an çarpışmaya hazır kuvvetler durur. Sokaklar endişe içindedir: “Küçələr narhat, həyəcanlı adamlarla dolu idi. Erməniləri müsəlmanlardan ayıran körpüdə atəş açmağa hazır əsgərlər dayanmışdılar. Məşəllər də hökümət binasının balkonundan asılmış Azərbaycan bayrağına işıq saçırdı.” (Səid, 2015: 277). Gence’deki hükûmet binasında hâlâ Azerbaycan Cumhuriyeti’nin bayrağı dalgalanır. Halk gönüllülerle birlikte düşman kuvvetleriyle çarpışmak için coşkulu bir şekilde bekler: “... bayırda insanlar can verən cümhuriyyətin coşqun mahnısını oxuyurdular.” (Səid, 2015: 280).

Gence’de kanlı çarpışma gerçekleşir. Ali Han bu çarpışmada hayatını kaybeder. Azerbaycan halkının yüzyılın başından itibaren başlayan millî mücadelesi sonucunda kurmayı başardığı ilk Türk Cumhuriyeti böylece yıkılır. Ayrıca yazar, eserinde Gence’deki direnişe çok az yer verir. Mücadelenin ayrıntılarına değinmez.

Bilindiği gibi 1920 Bakü’nün işgalinden sonra Gence’de halk isyanı gerçekleşir. Bu, Bakü ve Azerbaycan’ın işgaline karşı çok önemli bir halk harekâtı idi. Ermenilerin de desteğini alan Rus ordusu, bu isyanı bastırır. Bu hadise, tarihe Azerbaycan halkının millî mücadelesi içerisinde “son çırpınışlar” olarak geçer.

Sonuç

Bakü, 20. yüzyılın başlarında bir petrol merkezine dönüşür. Bu nedenle yabancı iş adamları ve sermaye sahipleri buraya akın eder. Bakü petrolü üzerinde tekel kurmaya çalışan Çarlık Rusyası, Azerbaycan Türklerine karşı millî ve dinî konularda ayrımcılık siyaseti uygular. Sonuçta Bakü’de devrimci bir ortam oluşur ve bu durum, zamanla bağımsızlık mücadelesine dönüşür. Bu olaylar edebiyata da yansır. Ali ve Nino romanı bu edebî ürünlerden biridir. Adından da anlaşılacağı üzere bir aşk hikâyesinin anlatıldığı roman, dönemin tarihî gerçekliklerini yansıtması bakımından oldukça dikkat çeker. Romanda, 20. yüzyılın başlarında Azerbaycan Türklerinin verdiği bağımsızlık mücadelesi anlatılır. Yazar, Bakü ve Gence şehirlerini millî mücadele meskeni olarak kullanırken millî mücadelenin başlatılması, bağımsız bir devletin kurulması ve yeniden bağımsızlığın kaybedilmesinin tanıklığını da yapar. Bunu yaparken birinci şahsın bakış açısını kullanır. Olayları gerçekçi bir biçimde anlatmayı amaçlayan yazar, bir aşk hikâyesi ekseninde kurguladığı romanın başında daha çok gençlerin hayat hikâyesinden bahsederken sona doğru tarihî olaylara yönelir.

Bakü, millî mücadelenin başlayıp geliştiği şehirdir. Bakü, millî mücadele sahnesi olarak merkez şehir konumunda yer alırken diğer taraftan bu direnişte Gence’nin hususi konumu da unutulmaz. Fakat romanda millî mücadelenin şehirlere etkisiyle ilgili geniş tasvirler yapılmaz; bunun yerine yazar, birkaç cümlelik betimlemeyle yetinir. Eserde daha çok olaylarla ilgili bilgi vermekle iktifa eder. Her iki şehir, millî mücadelenin uzamı olarak tasvirden ziyade anlatıya dayanarak tanıtılır. Yani gösterilmez, anlatılır, bilgi verilir. Bakü sokaklarının tasvirlerinde atmosfer oluşturma çabası görülmekle birlikte millî mücadele ortamında Bakü daha çok yaşam tarzı, ruh ve fikir iklimi ekseninde tanıtılır. Gence ise bağımsızlık harekâtının savaş sahnesi olarak görülür. Her iki şehir, olayların gerçekleştiği mekân olarak daha çok dekoratif konumdadır.

Sonuç olarak Ali ve Nino romanı, aşk teması izleğinde Azerbaycan tarihine ve millî mücadelesine ışık tutan değerli bir eserdir. Özellikle eserde çizilen tarihî hakikatlere bakılarak roman üzerine daha kapsamlı incelemelerin, mukayeseli araştırmaların yapılması gerektiği aşikârdır.

Kaynakça

Abdullayev, M. (2014). Azərbaycan Tarixi. Bakı: Bakı Universiteti nəşriyyatı.

Acar, S. (2019). “Kimliği Meçhul Bir Yazarın Romanının Gizemli Yolculuğu Ali ve Nino”. Neşide, 3, 142-143.

Banin, Ü. (2017). Qafqaz günləri. Bakı: Xan nəşriyyatı.

Baykara, H. (1992). Azərbaycan İstqilal Mübarizəsi Tarixi. Bakı: Azərbaycan dövlət nəşriyyatı.

Çetin, N. (2009). Roman Çözümleme Yöntemi. Ankara: Öncü Kitap.

Çetişli İ. (2009). Metin Tahlillerine Giriş/2. Ankara: Akçağ Yay.

Əsəd, M. (2015). Şərqdə Neft və Qan. Bakı: Bakı Kitap Klubu.

Rəsulzadə, M.Ə. (1990). Azərbaycan Cümhuriyyəti. Bakı: Elm nəşriyyatı.

Səid, Q. (2015). Əli və Nino. Bakı: Qanun nəşriyyatı.

Süleymanov, M. (2009). Eşitdiklərim, Oxuduqlarım, Gördüklərim. Bakı: Xəzər nəşriyyatı.

Tekin, M. (2002). Roman sanatı. İstanbul: Ötüken Neşriyat.