Bir olgu olarak adlandırılan sanat ve edebiyat için olgu düzleminde yapısal anlamda sanatçı, sanat yapıtı, kitle ve iletişimden müteşekkil dört ögeden söz edilebilir. Edebiyat için sanat yapıtı doğal olarak edebî eserdir (Soykan, 2019, s. 18). Ancak çok yönlü mahiyete sahip olan edebî eserin kapsamı sadece edebiyat ile sınırlı değildir.
Tatar edebiyatının en önemli temsilcilerinden biri olan Ayaz İshakî edebî yönden oldukça verimli çalışmalar yapmış, elliden fazla eser kaleme almıştır. İshakî’nin kendi notları ile muhtelif çalışmalarında ve bazı başka kaynaklarda bu eserlerin altısından roman olarak bahsedilir. Bay Uġılı (Bay Oğlu), Tělençě Qızı (Dilenci Kızı), Öyge Taba (Üyge Taba/Eve Doğru), Mulla Babay (Molla Dede/Hoca Efendi), Tatar Qızı (Tatar Kızı) ve Běr Totqarnıŋ Sataşuwı (Bir Mahkûmun Sayıklaması) (İsḫaqıy, 1991, s. 666-669; İsḫaqıy, 2001, s. 441-445; Çağatay ve ark., 1979, s. XXII-XXIV; Komisyon, 2018, s. 12-14) yazarın kendisi ve bazı araştırmacılar tarafından roman olarak kabul edilir. Ancak İshakî’nin bu eserlerinin tam olarak roman özelliği taşıyıp taşımadığı tartışmalıdır. İshakî tarafından “roman” diye nitelendirilen bu eserlerin bazıları daha çok “povest”[1] özelliği taşır (Uzun, 2020, s. 56). Yazar tarafından roman olarak nitelendirilen eserleriyle ilgili bu durum, Tatar edebiyatında roman türünün ortaya çıkışı ve gelişimiyle doğrudan ilgilidir. İshakî’nin devrinde emekleme aşamasında olan Tatar romanı için bu belirsizlik anlaşılabilirdir. Medrese tahsili sonrasında öğretimin Rus dilinde yapıldığı ve bir nevi misyoner-öğretmen yetiştirme amacıyla kurulmuş olan Tatarskaya Uçitel’skaya Şkola (Тaтaрскaя Учитeльcкaя Шкoлa) (Tatar Öğretmen Okulu) adlı okulda 1898-1902 yılları arasında Rusça öğrenim gören İshakî’nin kısmen ve dolaylı bir biçimde Rus edebiyatının etkisi altında kalması da bu durumun sebeplerinden biridir. Batı’daki edebî yenilik ve gelişmeleri Rus dili vasıtasıyla öğrenen İshakî’nin üzerindeki Rus/Rusça etkisi sadece edebî tür ve şekiller ile ilgili olup onun üzerinde başka herhangi bir Rus/Rusça etkisinden söz edilemez.
XX. yüzyıl başı Tatar edebiyatının altın devrini başlatan İshakî’nin eserleri, 1917 yılından sonra da Tatar edebiyatının şekillenmesine ve gelişmesine ciddi anlamda katkıda bulunmuş, Tatarların millî bir ideoloji sahibi olmasına ve bu ideolojiyi bir millî azatlık hareketine dönüştürmelerine imkân sağlamıştır (Seḫapov, 1997a, s. 224). Bu dönem edebiyatında millî fikir ve birey özgürlüğü düşüncesini merkeze alan romantizmin çeşitli nüans ve biçimleri şiirde Abdullah Tukay, nesirde ise muhtelif sanatçılar ile birlikte Ayaz İshakî’nin de eserlerinde yansıma bulmuştur (Yarullina Yıldırım, 2016, s. 41). İshakî hem kendi ülkesinde yaşadığı ve eserler verdiği 1897-1918 yılları arasındaki dönemde hem de ölümüne dek süren muhaceret döneminde (1919-1954) Tatar edebiyatını etkilemeyi başarmıştır.
Kendine has bir üslubu olan İshakî, ne tam bir romantik ne de tam bir realisttir (Seydahmet, 1979, s. 154). Ancak onun eserlerinin geneline bakıldığı zaman, ele aldığı konular ve bu konuları işleyiş tarzından hareketle, edibin realist yönünün her zaman daha baskın olduğu söylenebilir.
Tatarları millet olma yolunda birleştirme ve yüceltme ülküsünü hayata geçiren aydınların başında gelen Ayaz İshakî’nin (Zahidullina, 2023, s. 33) hayatı ve sanatı, öz yurdundaki ve muhaceretteki dönem olmak üzere ana hatları ile ikiye ayrılabilir. Hayatının her iki döneminde de Tatar halkını, Tatar Türkçesini ve kültürünü koruyup yaşatmak, onun en büyük ideali olmuştur. İshakî’nin hemen hemen tüm çalışmalarının temel hareket noktası bu olmuş ve bu düşünceden hareketle eser verip edebiyatı ideallerinin vasıtası olarak kullanmıştır.
shakî’yi sıra dışı kılan unsurlardan bazıları onun değişim ve gelişime sürekli açık olması, mikroplanda Tatar milliyetçiliğini, makroplanda ise umum Türklerin birlik ve beraberliği düşüncesini dile getirmesidir. Hayatının merkezine Tatarları yerleştiren İshakî’nin sıra dışı bir duyarlılığı vardır. Halk eksenli bir edebiyat anlayışını benimseyen edibin eserlerinde halk diline ait kullanımları, etnik köken itibarıyla Mişer Tatarlarından olması hasebiyle de Mişer Tatar Türkçesine ait diyalektolojik özellikleri görmek mümkündür.
İshakî’nin eserlerinin salt edebiyat bilimi açısından ele alınıp incelenmesi, edibin derinliğinin anlaşılamamasına yol açar. Onun eserleri sadece edebiyatla ilgili olmayıp içtimai fikir, tarih, felsefe, millî siyaset, millî fikir tarihi, Tatar halkı tarihi gibi sosyal bilimler temelinde ele alınmaya müsaittir (Seḫapov, 1997a, s. 25). Çünkü İshakî, içinde yaşadığı topluma ayna tutan, ayrıca toplumun görünen yönlerinin yanı sıra iç dünyasını da eserleri vasıtasıyla -bu sebeple sert şekilde eleştirilmesine rağmen- ortaya koymaya çalışan bir ediptir.
İshakî, XX. yüzyıl başı Tatar edebiyatının en önemli şahsiyetlerinden biridir. Ġ. İbrahimov ve Ġ. Battal tarafından 1914 yılında Kazan’da çıkarılan Yaŋa Edebiyat (Yeni Edebiyat) adlı eserde, İshakî’nin çalışmalarından pek çok örneğe (İbrahimov ve Battal, 1914, s. 10-11, 17, 18-21, 25, 26, 36, 42-44, 46, 47-51, 53-54, 60-61, 86-87, 88-89, 111) yer verilmiştir. Ancak Bolşevik İhtilali ve ihtilal sonrasındaki yeni rejim döneminde İshakî, bir halk düşmanı olarak görüldüğü için adı tamamen yok edilmeye, unutturulmaya çalışılmış, ondan söz edilmesi âdeta yasaklanmıştır. Örneğin 1970 yılında A. Giniyatullina tarafından hazırlanan Pisateli Sovetskogo Tatarstana (Писaтeли Сoвeтскoгo Тaтaрстaнa) (Sovyet Tataristan’ı Yazarları) vb. eserlerde ona hiçbir şekilde yer verilmemiştir.
R. Yarullina Yıldırım, demir perdenin yıkılması sonrası XX. yüzyılın ikinci yarısında, Tatar toplumunda da geçmişe dönük merak dolayısıyla araştırmaların yapılmaya başlandığını, Sovyet ideolojisiyle uyuşmadığı için yasaklanan edebî eser ve yazarların eserlerinin yeniden okurlara kazandırıldığını belirtir. Bu sayede Tatar halkının uzak ve yakın tarihine, geçmişteki bilinmeyen dönemlerine ilgi artmış, tarihî gerçekliğe dayanan manzume, roman ve dramalar yaratılmıştır (Yarullina Yıldırım, 2016, s. 140-141). Rus Çarlığı ve SSCB dönemlerinde sürgün ve hapis cezalarına çarptırılan ve ülkesinden ayrılmak zorunda kalan İshakî’ye yönelik bu ilginin günümüzde Tataristan’da ve Tataristan dışındaki Tatarlar arasında artarak devam ettiğini söylemek mümkündür. İshakî’ye yönelik ilgi Türkiye’deki akademik çevrelerde de oldukça yüksek düzeydedir.
Edebiyat bir bilim ve sanat dalı olma özelliği taşır. Ayrıca edebiyat, etkili bir iletim ve iletişim aracıdır. Siyasetçi, gazeteci, eğitimci ve yazar gibi kimlikleri olan İshakî’nin çalışmalarına bakıldığında onun düşünce adamı kimliğinin ön plana çıktığı görülür. Edebiyatı fikrî bir aktarım aracı olarak gören İshakî’nin Mulla Babay adlı eseri de dönemi ile birlikte edibin de uzun süre öğrenim gördüğü usulikadim tarzı eğitim merkezi olan medreselere ayna tutan bir eserdir. Bu eserde dönemin Tatar toplumunun sosyal yapısı, eğitim sistemi, din adamları, bu toplumda kadınların yeri, görücü usulü evlilik problemi vb. konular yazarın sözünü emanet ettiği kişiler aracılığıyla topluma anlatılmaya, gösterilmeye ve bu sayede muhtelif mesajlar verilmeye çalışılmıştır.
Mulla Babay, modern romanlarda olduğu gibi çok katmanlı bir yapıya sahip değildir. Eserde geçen olaylar kronolojik ve yalın bir biçimde anlatılır. Olayların akışı oldukça sakindir (Seḫapov, 1997b, s. 227). Bu durum roman türünün Tatar edebiyatında olduğu kadar İshakî’nin hayatında da çok yeni olması ile ilgilidir.
Romanın Edebî Haritası
1905 yılındaki Rus devrimi sonrasında oluşan nispi özgürlük ortamından istifade ederek Taŋ Yoldızı (Tan Yıldızı) adlı bir gazete çıkarmış olan İshakî, siyasi görüşleri dolayısıyla birkaç kez tutuklanmıştır (Yuziyev ve ark., 2001, s. 345). Mücadelesine devam eden İshakî, 1906 yılında Tawış (Ses) gazetesini çıkarmaya başlayıp tekrar tutuklanmış, altı aylık hapis cezası sonrasında ise üç yıllığına Arhangelsk şehrine sürgün edilmiştir (Binark, 1974, s. 10-11). 1910 yılının baharında Petersburg’dan gizlice Finlandiya’ya geçen İshakî, yazı orada geçirir ve kısa süre içinde Mulla Babay adlı romanını yazar (Zahidullina, 2023, s. 35-36). 1910 yılında Finlandiya’da kaleme alınan bu roman, 1912 yılında Kazan’da basılır (İsḫaqıy, 2001, s. 441). Bu romanda o dönemin medreselerinde takip edilen maarif ile eğitim sisteminde görünen durgunluk ve medrese talebelerinin hayatı anlatılır (Zaripova Çetin, 2023, s. 68). Anlatılanların gerçeklikle büyük ölçüde uyuştuğu romanda, medrese hayatının yanı sıra ihtilale kadarki ataerkil köy yaşantısı da romanda ele alınır. Köyde molla seçme, gelin çıkarma, düğün yapma, medresedeki eğitim faaliyetleri, öğrencilerin tatil akşamları, tabiata çıkma, şarkılar ve danslar, meddahlık ve tiyatro gösterileri gibi ayrıntılara da yer verilir (Zahidullina, 2023, s. 36). Bu yönüyle eserin zengin bir folklorik malzemeyi içinde barındırdığı da söylenebilir.
Bu dönemde gazeteci ve yazar kimlikleri ile ön plana çıkan İshakî 1908’de ülkesinden ayrıldıktan sonra İstanbul’a da gelmiş; Tormışmı bu? (Hayat mı Bu?) (1909), Sönnetçě Babay (Sünnetçi Dede) (1911), Şekěrt Abıy (Şakirt Abi) (1911) ve Zöleyḫa (Züleyha) (1911) gibi eserlerini İstanbul’da yazmıştır (İsḫaqıy, 2001, s. 441).
Fikrî planda esnek ve pragmatist bir düşünce yapısına sahip olan İshakî dönem dönem farklı dünya görüşlerini benimsemiş, 1910’lu yıllarda milliyetçi bir dünya görüşüne yönelmiştir. Bulgarcı ve Sosyalist olduğu geçmiş dönemleri ile paralel bir biçimde milliyetçilik döneminde de Tatarların sosyal meselelerini ele almış, toplumun geri kalmışlığının en önemli sebeplerinden biri olarak gördüğü köhnemiş medreseleri ve kadimci eğitim sistemini eleştirmeye devam etmiştir. “Toplumda aydınlanma hareketinin ve ceditçilik ideolojisinin hâkim olduğu XIX. yüzyılın sonuna doğru edebiyat dünyasına giren Ayaz İshakî, aydınlanma dönemi eserleri olarak tarif edilen ilk eserlerinde o dönemin önemli konularına değinir. Ceditçiler gibi toplumu eğitim sistemini geliştirme yoluyla değiştirmek isteyen genç yazar, eserlerinde doğal olarak eğitim ve ahlak konularına ağırlık verir (Yarullina Yıldırım, 2023, s. 87).” Mulla Babay, uzun yıllara dayalı medrese tahsili dolayısıyla İshakî’nin de gayet iyi bildiği medrese ortamı ve kadimci eğitim sisteminin birey ve toplum üzerindeki yıkıcı etkilerinin ele alındığı eleştirel bir romandır.
Romanın Özeti
Mulla Babay adlı roman, bir Tatar köyünün güz mevsiminde yapılan işler sonrasındaki durumunun ve köy halkının sıradan hayatının tasviriyle başlar. Köylüler, köyün pek de iyi durumda olmayan medresesini kışa hazırlamak için tamir ve bakım yapıp medreseyi temizlemeye çalışırlar.
Köydeki medresede okumaya niyeti olmayan, şehirde okumak isteyen, şehirli bir medrese talebesi olarak köye dönme fikriyle yanan Halim (Ḫelim), medrese açılacağı sırada bir arkadaşıyla birlikte medreseyi ateşe verir. Medrese, köydeki talebelerin öğrenimlerine devam edemeyecekleri bir hâle gelir. Yeterince sorunları olan köy halkının da medreseyi tamir etmek gibi bir isteği pek yoktur. Tüm bu etkenler bir araya gelince medrese zorunluluk sebebiyle kapatılır. Şehirdeki medreseye gitmek isteyen Halim, bunun için anne ve babasına yalvarmaya başlar. Köyde medrese olmadığı için Halim’in babası onun bu isteğine razı olur.
Şehir medresesi hayalini hayata geçiren Halim, şehirdeki medreseye gidince yalnızlıktan ve medresedeki talebelerin çokluğundan korkar. Hatta köyden şehre gelip medreseye gittikleri ilk gün, babasıyla birlikte köye geri dönmeyi bile düşünür. Ama yine de şehir medresesinin ilk günü Halim için çok özel bir gün olur. İlk günün heyecanıyla medresedeki her işi ve herkesi dikkatlice takip etmeye çalışır. Talebelerin abdest almalarını, namaza hazırlanmalarını, ders vakitlerini, yemek ve çay saatlerini gözlemler. Böylece ilk gün tamamlanmış olur.
Halim, şehir medresesindeki ilk günlerinde medresedeki hocasından dayak yer, zaman zaman arkadaşlarının zorbalıklarına maruz kalır. Haftalar, aylar geçer ve o da yavaş yavaş medresedeki hayat tarzını içselleştirir. Medrese hayatının rutin işleyişi içinde kimi zaman hocalarından dayak yiyen kimi zaman ise ceditçilik gibi bir suçlama dolayısıyla arkadaşlarının zorbalıklarına maruz kalan Halim, yavaş yavaş bu ortama ayak uydurur. Kendisi de talebe arkadaşlarına benzer şekilde karşılık vermeyi öğrenir. Talebelerin şakalarına, kendi aralarındaki tartışmalara, şehre çıkıp dolaşıp geri dönmelere yavaş yavaş aşinalık kesp eder.
Öğrenimini bir düzene koyup gayet iyi bir yola giren Halim’in şehir medresesine gelişinin üzerinden üç ay geçer. Halim’in babası köyden şehre gelir ve oğlu için bir haftalık izin alır. Medreseden izinli ayrılan Halim, babası ile köye dönünce evdekiler onu el üstünde tutarlar. Çünkü o, şehir medresesinde “bilim” alan bir talebedir. Misafir olarak köye dönen Halim, köy çocuklarının arasında da kendisini daha üstün, derecesi yüksek bir kişi kabul eder. Onlarla çok fazla zaman geçirmeye gerek görmez.
Halim, bir haftalık kısacık tatilin sonrasında tekrar şehre, öğrenim gördüğü medreseye, geri döner. Medresedeki rutin hayat devam eder ve Halim buradaki ilk yılını başarılı bir biçimde tamamlar. Yaz tatili vaktinde Halim’in köyden gelen abisi onu alır ve birlikte köye dönerler. Şehir medresesinde öğrenim gören Halim, ilk yaz tatilini ailesiyle birlikte köyünde geçirir.
Güz mevsimi gelip çatar ve Halim’in medreseye dönüş vakti gelir. Medrese onu sanki büyük bir olay vuku bulacakmış gibi karşılar. Medresedeki talebe arkadaşlarından, şehir eşrafından zengin bir adam olan Ġalim Efendi’nin anası Zühre “abıstay”ın[2] ölüm haberini beklediklerini öğrenir. Talebeler, Zühre abıstayın cenazesinde dağıtılacak mendiller, akçeler hakkında, “ḫelfe”ler[3] (muitler[4] ) ise hatme varıp üç “sum”[5] akçe alma hususunda hayaller kurarlar. Dahası talebeler arasında Zühre abıstayın kendi cenazesi esnasında hayır ve sadaka olsun diye dört yüz “tenke”[6] dağıtılmasını vasiyet ettiğiyle ilgili rivayetler yayılır. Mezar sadakası olarak medreseye bir sığır verileceği şeklindeki dedikodular da ortalıkta dolaşmaya başlar. Talebeler daha ellerine geçmeden sadaka akçesiyle neler satın alacaklarını konuşmaya başlar, eğer ellerine 400 tenke akçe geçerse kimin ne yapacağını sorup birbirlerinin fikirlerini öğrenmeye çalışırlar. Bütün medrese talebelerinin bir miktar sadaka alma düşüncesi Halim’i de etkisi altına alır. Bundan dolayı o da kendisinden daha tecrübeli olan medrese talebelerinin konuşmalarını dinlemeye başlar ve bu konu hakkında onların konuşmaları sayesinde bir şeyler öğrenmeye çalışır. Bilahare Zühre abıstayın cenaze merasimine katılıp sadaka alma bahtına da erişir.
Medresedeki ikinci yılında Halim yaz tatili döneminde medresede kalmak ister. Babası medresedeki hocasıyla görüştükten sonra Halim’in bir ay müddetince medresede kalmasına karar verilir. Böylece Halim için yaz dönemi medrese hayatı başlar. Bir gün medresedekiler kır gezintisine çıkarlar. Medresedeki muitler, Halim ile Şakir isimli talebeler hariç tüm talebeleri alıp götürmeyi planlasalar da diğer talebeler Halim ile Şakir’in de gezintiye katılmaları gerektiğini belirtirler. Bu sayede Halim de medresedekilerle birlikte birkaç gün hoşça vakit geçirir. Medresedeki bir aylık yaz eğitimi sonrası abisi gelip Halim’i alır ve köylerine dönerler.
Medreseye gelip üç dört yıl okuyan Halim gerçek bir talebe olur. Sadece yaşça kendisinden büyük talebelerin değil muitlerin de ona karşı bakış açısı değişir. Çünkü Halim, medresenin en gözde talebesidir. Bizzat “hazret”in[7] kendisine “Kafiye”[8] dersinden imtihan verip onun duasını alır ve onun derslerini takip etmeye başlar. Böylece sıradan bir köylü çocuğu olmaktan çıkan Halim, gerçek bir medrese talebesi mertebesine erişir. Bundan dolayı öğrenim gördüğü medresedeki arkadaşları için bir ziyafet vermesi gerekir. Masa hazırlamak için yiyecek ve içecek getiren babası Halim’e yardım etmek istediğini belirtse de Halim öz babasının sıradan bir köylü oluşundan utanır ve onun yardım önerisini kabul etmeyip babasını köye geri gönderir.
Halim çok samimi bir biçimde medrese hayatı yaşamaya başlar. Kendi medreselerine dışarıdan gelen talebelerle ilmî münakaşalara katılır. Bu tecrübeler sonrası Halim münazaracı olma düşüncesiyle yanmaya başlar.
Halim bir kez daha yaz tatili dolayısıyla köyüne döner. Sabahtan akşama kadar tarlada babası ve abileriyle birlikte çalışmaya mecbur olur. Şehir medresesi muhitini öğrenen Halim için köy hayatı ve köydeki âdetler tuhaf görünmeye başlar. Bağ bahçe işleri, köylülerin âdetleri, konuşma tarzları ona köylülüğü hatırlatır. Kendi ifadesiyle “köylülük” onun derecesini düşüren ve onu aşağılayan bir husustur. Yaz tatilinden çabucak bıkan Halim, medreseye döneceği zamanı dört gözle beklemeye başlar. Hasat vakti biter bitmez bir yolunu bulup tekrar medreseye döner.
Medreseye gelişinin üzerinden bir hafta on gün kadar vakit geçtikten sonra Halim’in okuduğu medresedeki bazı öğrenciler münazaraya katılmak için başka medreselere gidecek olur. Medresede Halim ile birlikte okuyan Ġalim ve Safa adlı iki arkadaşı da zengin bir kişiden bir haftalığına bir atlı arabayı emaneten alıp münazaraya katılmak için yola çıkarlar. Gittikleri bir köyün imamı bu gençlerle ilgilenir, onlara ikramlarda bulunur. Talebeler bu köyde sadece bir şeyler yiyip içerek vakit geçirirler. Herhangi bir münazaraya katılma imkânları olmaz. Çünkü bu köyde bir medrese yoktur. Buradan ayrılıp başka bir köye giden Halim ve iki arkadaşı katıldıkları münazarayı kazanırlar.
Talebeler köy köy gezerek köy imamlarının hayatını, nasıl yaşadıklarını ve halkla münasebetlerini görüp öğrenirler. Köy köy dolaşan talebeler, Kışkar Medresesine varırlar. Bu medrese mantık sahasında meşhur bir medrese olduğu için talebeler buraya geldiklerine sevinirler. Halim ve onun iki arkadaşı bu medresedeki talebelerle münazaraya katılır ama bu münazarada pek başarılı olamazlar. Münazara esnasında talebeler arasında sorun çıkar ve Kışkar Medresesinin talebeleri Halim’e tokat atarlar. Halim ve iki arkadaşı Kışkar’dan yenilgiyle ayrılıp Kazan’a doğru yola çıkarlar. Ancak burada münazaralara katılamazlar. Çünkü bazı medreselerde münazara vaktinin gelmediği ifade edilir, bazı medreselerde ise medrese talebeleri tarafından Halim ve iki arkadaşı küçümsendiği için onlarla münazara yapılmaz ama Kazan şehri Halim ve arkadaşlarının gönlünde güzel hayallerin doğuşuna zemin hazırlar. Onlar da bu şehirde kalıp buradaki medreselerde okumayı ve buradaki talebelerin derecesine erişmeyi hayal etmeye başlar. Ama hazretlerinin izni olmadığı için kendi medreselerine dönmeleri gerekir.
Halim ve iki arkadaşı, başka medreselere gidecekleri atı sadece bir hafta için almış olsalar da yolda üç hafta vakit geçirirler. Bu zaman zarfında at perişan olur, zayıflar, işe yaramaz hâle gelir ve yürüyemeyecek kadar kötü duruma düşer. Halim ve arkadaşları güç bela medreselerine geri dönmeyi başarırlar. Medrese talebelerine sapasağlam ve sadece bir haftalığına verdiği atını üç hafta sonra ve perişan bir biçimde geri alan adam, Halim’i ve arkadaşlarını hazrete şikâyet eder. Arkadaşları hazretin elinden şiddetli bir dayak yiyen Halim ise hazretin kamçısından kaçıp Kazan’daki bir medreseye gider ama burada soğuk bir biçimde karşılanır. Talebelerin tuhaf hareketlerini kabul edemeyen Halim dönüp gitmeyi düşünür. Ama bir şekilde sabreder. Bu sayede medresede ve talebeler arasında hak ettiği dereceye zamanla erişir.
Kazan’a geldiği yılın yazında Halim’in babası vefat eder ve onun için hayatın zorlukları başlar. Halim, akçe ve yeme içme yönünden sık sık sorunlarla karşılaşır. Bunlar yetmiyormuş gibi abileriyle ablaları arasında miras paylaşımı sorunları da baş gösterir. Kazan’daki medresede üç yıl boyunca yarı aç yarı tok vaziyette yaşayan Halim, pîşkadem[9] derecesine ayak basar.
Medrese tahsilini tamamlayan Halim imam olur ve kendi köyüne döner. Belgesi elinden alınan köyün imamıyla aralarındaki uzun ve yorucu mücadeleler sonunda Halim kendi köyünde belgeli imam olur. Kendi köyünde kısa bir süre imamlık görevi yaptıktan sonra annesi de vefat eder. Bir süre sonra görücü usulüyle evlenir. Köy halkının da yardımıyla genç imam ve eşi için bir ev temin edilir. Köylüler tarafından imam ve abıstaya birkaç baş hayvan hediye edilir. Ayrıca bu hayvanlar için bir de küçük ahır inşa edilir.
Eşi Zühre abıstay ile gayet güzel başlayan evlilik hayatları Zühre’nin hamileliği yüzünden değişir. Zühre yeme içmeden kesilir. Halim ile eskisi gibi ilgilenip her zaman mütebessim bir çehreyle onu karşılayamaz. Halim ile Zühre’nin evinde farklı bir atmosfer ortaya çıkar. Bu durum Halim’i derinden ve son derece olumsuz bir biçimde etkiler. Halim, evini barkını satıp eşini de bırakıp uzak Buhara taraflarına gitme planı kuracak kadar fikrî sapmalar yaşar.
Doğum vakti gelir ve Zühre abıstayın doğum sancıları başlar. Halim, eşinin öleceğini düşünüp daha da iç karartıcı bir ruh hâline girer. Zühre’yi bu hâle düşürdüğü ve ona son zamanlarda gereğinden sert davrandığı için ondan özür dilemeyi düşünür.
Zühre abıstay, dünyaya bir kız çocuğu getirir. Lakin bebeğin doğumu Halim’i çok da mutlu etmez. Halim, Zühre’nin ölmesinden korkar ve bu düşünceden kendisini kurtaramaz. Doğum vaktinde bile Zühre’nin kendisinden çok onu düşündüğünü, onun için kaygılandığını fark eder. Bu durum onun hayata bakış açısını değiştirir. Bebeğin doğumu sonrasında Zühre’nin yanına giren Halim, onun kendisini ne kadar çok sevip kendisi için ne kadar endişe ettiğini görür. Zühre ile biraz konuşmak istese de odadaki kocakarılar buna izin vermez ve dışarı çıkmasını isterler.
Doğumdan sonra Zühre yavaş yavaş kendine gelir. Doğumundan bir hafta sonra bebeğe ad verilir. Zühre ağır işler yapamasa bile eskiden olduğu gibi evin içinde yavaş yavaş yürümeye başlar. Halim de Zühre’nin eski Zühre olduğuna ve kendisini eskisi gibi sevdiğine inanır.
Zaman ve Mekân
Kurmaca metinlerde zaman da doğal olarak kurmacadır. Kurmaca eserde bir olay zamanı ve bir de anlatma zamanı vardır (Aktaş, 2015, s. 51). Bir metin halkası üç ayrı tarihle alakalı olarak okurun karşısına çıkar: Kurmaca olayın meydana geldiği süre, kurmaca bir varlık olan anlatıcının onu öğrenmesi ve anlatması için geçen müddet ve yazarın eseri kaleme aldığı zaman (Aktaş, 2015, s. 57). Kendi hayat tecrübesinden esinlenen ve medrese öğrenimi sırasındaki gözlemlerine dayanan İshakî, bu eserini geçmişteki bilgi ve tecrübelerinden hareketle kurgulamıştır. 1880’li ve 1890’lı yıllara tekabül eden zaman dilimindeki olaylardan esinlenilerek kurgulanan Mulla Babay, İshakî tarafından 1910 yılında Finlandiya’da kaleme alınmış ve 1912 yılında Kazan’da yayımlanmıştır. Üç bölüm hâlinde yayımlanan romanın birinci kitabında 1-80. sayfaları, ikinci kitapta 81- 160. sayfaları, üçüncü kitapta ise 161-280. sayfaları basılmıştır (İsḫaqıy, 2001, s. 447). Eserde İshakî’nin çocukluk ve gençlik dönemindeki Tatar toplumu, o dönemdeki medreselerin durumu ve medreselerdeki eğitim sistemi, Tatar gençleri, kadınların toplum içindeki rolü ve durumu, Tatarlar arasında yaygın olan görücü usulü evlilik gibi konular birbirleriyle ilişkili bir biçimde ele alınmıştır.
Edip, Tatar halkının beşiği olan Tatar köylerinin sosyal ve siyasi fotoğrafını çekip orada yaşayan insanların iç dünyasını, ruh hâllerini anlatmaya; millî hayatın gelecekteki perspektifini göz önüne getirmeye çalışır (Seḫapov, 1997b, s. 227). Mekân yönüyle bu roman ve yazarının hayatı arasında paralellikler söz konusudur. Tıpkı İshakî’nin hayatında olduğu gibi roman kahramanı Halim de kendi köyünde medrese öğrenimine başlar, sonra şehirdeki bir medreseye gider ama bu medresede de sorunlar yaşar ve oradan da ayrılmak zorunda kalır. Bilahare Kazan’daki bir medreseye gidip öğrenimine orada devam eder. Yaklaşık on yıl süren zorlu öğrenim hayatının üçüncü ve son aşamasını Kazan’da tamamlar.
Mulla Babay adlı romanda dönemin medrese hayatına odaklanılmış ve medrese ortamı mekân olarak seçilmiş olsa bile o dönemin şehir ve köy hayatıyla ilgili ortamlar da kısmi bir biçimde ele alınmıştır. Roman, sıradan bir Tatar köyü ve bu köydeki hayatın renkli tasviriyle başlar:
Borçaq, qaraboġday, cıyıştırılıp, qırdan kěrěldě. Şalqan, bereŋgě küpten alınıp běttě. Kötüw taşlandı. Malaylar atlar, sıyırlar, sarıqlar, bozawlar bělen ucım aşatırġa yöriy başladılar. Ḫatınnar, kilěnner ürdek, qazlar aşatırġa totındılar. Qızlar těgerge, çigerge, tuqırġa utırdılar. Mullalar, möezzěnner kön buyı özělmiy torġan aşlarda yörěp te tuydılar, medrese açuw, uqıta başlaw ḫaqında söyleşe başladılar. Uŋġanraq, medrese canlı běr qart medreseněŋ ěrgesěne öç-dürt yök tirěs te kitěrěp tüktě. Ěş östěnde atı awırġanda eytken nezěrěně tutırır öçěn, běr abzıy běr yök salam da kitěrěp awdardı. Běr qarçıq ta, ‘qızım kiyewge tizrek çıqsın’ dip, medreseněŋ ikě watıq küzěne qarındıq ta kitěrěp qordı. Běr balasız ḫatın, ‘Allahě Teġale tewfıyqlı, beḫětlě uġıl birsěn’ dip, balçıq basıp, medreseněŋ yarılġan miçěně de sılap kittě. (İsḫaqıy, 2001, s. 221)
(Burçak, karabuğday hasat edilip tarlalardan dönüldü. Şalgam, patates çoktan sökülüp toplandı. Sürüleri otlatma işi sonlandırıldı. Erkek çocuklar atlar, sığırlar, koyunlar, buzağıları alıp otlatmaya gitmeye başladılar. Hatunlar, gelinler ördek ve kazları beslemekle meşgul olmaya başladılar. Kızlar dikiş dikmeye, nakış yapmaya, dokumaya oturdular. Mollalar, müezzinler gün boyu hiç bitmeyen yemeklere gitmekten yoruldular, medrese açma ve talebeleri okutmaya başlama konusu hakkında konuşmaya başladılar. Oldukça becerikli, medreseye muhabbeti olan bir ihtiyar, medresenin temel tahkimatına üç dört yük yanmış tezek de getirip döktü. Atı hastalandığı zaman yaptığı adağı yerine getirmek amacıyla bir amca, bir yük saman da getirip bıraktı. Bir kocakarı da “Kızım çabucak kocaya gitsin.” diyerek medresenin iki kırık penceresine karın zarı[10] getirip kapladı. Çocuksuz bir kadın “Allahutaala tevfikli, bahtlı oğul versin.” diyerek hazırladığı çamur ile medresenin yarılan ocağını[11] sıvadı.)
Folklorik yönden son derece zengin malzeme barındıran bu eserin giriş kısmında renkli bir biçimde tasvir edilen tipik bir Tatar köyüyle birlikte Tatar köylüleri ve onların geleneksel hayat tarzları hakkında bilgiler verilir. Erkekler, kadınlar, imamlar, müezzinler, çocuklar, ihtiyarlar, kocakarılar; cami ve medreseyle birlikte köy halkının bunlara bakış açısı; batıl inançlar ve bunlarla ilgili uygulamalar dikkat çeker.
Damları saman ve topraktan yapılan, temelleri kararıp bitmiş, dokunsan yıkılacakmış gibi duran küçücük evlerin fonunda sadece köy halkının ebedî yurdu olan mezarlık güzel ve görkemli görünür. Minaresiyle birlikte yere doğru eğilen köy camisi sadaka isterken başını eğen fakirlere benzer. Maddi yönden böyle kötü ve ilkel bir durumda olan Tatar köyünün görünüşü âdeta it tarafından dalanan bir kişi gibidir. Böyle ağır ve meşakkatli bir hayat yaşayan köy halkının psikolojisi ve ruhsal dünyası da yaşamına denktir. Ruhi ve fikrî gelişim süreci çok ağır ilerleyen bu köyün entelektüel derecesini bir tek Halim’in yükseltemeyeceğini sezdiren edibin kendisi de bir an kaybolur gibi olur (Seḫapov, 1997b, s. 227). Mulla Babay adlı romanda dilin imkânları kullanılarak kurulan mekân-insan benzerliği okurun zihninde tipik bir Tatar köyüyle bu köyde yaşayan sıradan Tatar insanını çarpıcı bir biçimde tasvir eder. Köylü bir ailenin çocuğu olan Halim eksenindeki eserde, muhtelif medreseler mekân olarak seçilir. İshakî’nin bu eserinde, medrese ve medresenin ötesindeki dünya bir tür parçalara ayırma diyalektiği oluşturur ve konu bu bağlamda ele alınır.
Başlıca Karakterler
Mulla Babay, oldukça geniş bir şahıs kadrosuna sahiptir. Eserde esas kahraman olarak Halim yer alır. Halim’in ailesi, arkadaşları ve eserin ilerleyen bölümlerinde evleneceği eşi Zühre de dâhil olmak üzere diğer şahısların tamamı Halim ile münasebetleri ölçüsünde eserde kendilerine yer bulurlar. Eserdeki en önemli kahramanlar ve bu kahramanların genel özellikleri şunlardır:
Halim (Ḫelim): Yaşadığı köyde öğrenim gördüğü medreseyi bir arkadaşıyla birlikte yakıp şehirdeki bir medreseye giden çok zeki bir öğrencidir. Gittiği medresede hızla yükselmiş, münazaralardaki başarısı sayesinde -İshakî’nin medrese hayatını anımsatacak bir biçimde- dikkat çekmiştir. Bu medresede tanık olup maruz kaldığı olumsuz durumlar yüzünden buradan kaçan Halim, Kazan’daki bir medreseye gitmiş ve orada da çok başarılı bir talebe olmuştur.
Eserin başkahramanı olan Halim, bir şahıs içinde iki farklı “ben”in birlikte yer aldığı, on yıllık uzun ve zorlu medrese tahsili sonrası imamlık belgesini eline aldıktan sonra kıblesini şaşıran bir karakter olarak kurgulanmıştır (Seḫapov, 1997a, s. 236). Halim, medrese tahsili sonrasında yaşanan büyük çaplı entrikaların sonunda, kendi köyünde belgeli imam olma hakkını elde edip görevine başladıktan sonra Zühre adında bir kızla görücü usulüyle evlenmiş ancak bir tür tükenmişlik sendromu yaşayan Halim kısa süre sonra tüm idealizmini yitirmiştir. Bu olumsuz durumun arka planında o dönemin Tatar gençlerinin ruhsal yapısı kadar aldıkları usulikadim medrese eğitiminin de etkili olduğu yazar tarafından gösterilmeye çalışılır.
Eserin başında idealize edilen bir portre olarak görülen/gösterilen Halim; aile, usulikadim medrese eğitimi, çevre, toplum gibi etkenler dolayısıyla erginlenme sürecinin sonunda hayal kırıklığı yaratan pasif bir kahramana dönüşür. Halka öncü olmak, halkı aydınlatmak gibi kutsal bir görevi olan milletperverlerin farklı sebeplerle bu görevlerini yerine getirmekten uzaklaşması, İshakî’nin 1902-1903 tarihlerinde Orenburg ve Kazan’da yazdığı ve 1904 yılında Kazan’da basılmış olan İkě Yöz Yıldan Soŋ İnqıyraz (İki Yüzyıl Sonra İnkıraz) (İsḫaqıy, 1998, s. 154-270) adlı eserinde ele alınır. Aynı mesele Halim karakteri vasıtasıyla Mulla Babay adlı romanda da devam ettirilir. Milletin geri kalmışlığıyla hayata hâkim olan cehaleti bitirme planları kuran bu genç adamın halk için yararlı bir şeyler yapamadan yaşaması ve buna rağmen kendini aklamaya çalışmak şeklindeki felsefesinin zararlı olduğu hususu, çok ince ayrıntılarıyla ele alınır (Seḫapov, 1997a, s. 236). Halim, kendini gerçekleştirme ve bilahare toplumu aydınlatma bahsinde kurduğu büyük hayallere rağmen aldığı eğitimin sadece dinî içerikli olması, fen bilimleri bahsinde hiçbir bilgi sahibi olmayışı, kısaca aldığı eğitimin yetersiz ve kalitesiz oluşu dolayısıyla içine düştüğü durumu çözebilecek bir çıkış yolu bulamaz. Geçim kaygısı dışında herhangi bir konuya odaklanmayı düşünemeyen eğitimsiz köy halkı da onun daha çok içe kapanmasına, kurduğu büyük hayallerden hızla uzaklaşmasına sebep olur.
Ayaz İshakî’nin 1909 yılında İstanbul’da yazılan ve 1911 yılında Kazan’da basılan bir eserinin adı da olan Tormışmı bu? (Hayat mı Bu?) şeklindeki ahlaki-felsefi sorusuyla milletinin idrakine müracaat edişi onun Mulla Babay adlı eserinde de görülen bir durumdur (Seḫapov, 1997b, s. 227). Dil ve üslup açısından birbirini tamamlayan eserler veren İshakî’nin bu romanında da aynı sorudan hareketle millet için bir çıkış yolu aranır. Romanın başında Halim sanki bu çıkış yolunu açacak kişiymiş gibi konumlandırılsa bile zaman içinde toplumun sorunlu yapısının onu da etkisi altına alıp yok olmanın eşiğine getirdiği görülür.
Romanın genelinde olduğu gibi Halim karakteri ele alınırken de anlatıcının çok baskın bir biçimde varlığını hissettirdiği anlatma (tahkiye etme) tekniğinden yararlanılır. Bu tekniğin yanı sıra portre, iç monolog ve iç çözümleme gibi anlatım tekniklerinden de yararlanılır.
Zühre (Zöhre): Döneminin geleneksel kadını için örnek teşkil eden Zühre, portre tekniği yardımıyla okurların gözünde canlandırılmaya çalışılıp 17-18 yaşlarında, mavi gözlü, son derece güzel bir Tatar kızı olarak tasvir edilir. Zühre, son derece terbiyeli bir kızdır. İmam olan babasının yanı sıra annesinden aldığı dinî eğitim gereği eşini her şeyden üstün tutması gerektiğini öğrenen ve bunu içine sindiren, Halim ile evlenince ailesinden aldığı eğitim doğrultusunda hareket eden, sınırlarının dışına çıkmayı ve bağımsız bir birey olmayı hiç ama hiç düşünmeyen, hayatının her anını eşine ve ailesine adayan geleneksel bir Tatar kızıdır.
Zühre her ne kadar olumlu bir karakter olarak gösterilse de edilgen bir yapıya sahip olması devrin kız çocuklarıyla ilgili anlayışı, kadınlara yönelik geleneksel bakış açısı ve yazarın bu anlayış ve bakış açısına karşı tutumunu da somut bir biçimde gösterir.
Eserin sonunda Zühre’nin dünyaya bir kız bebek getirmesi ve Halim’i içine düştüğü girdaptan kurtaracak tarzda samimi tavırlar sergileyip onu içine düştüğü bu ruhsal kaostan dolaylı bir biçimde de olsa çekip çıkarmış olması, kadının aile ve toplum açısından önemini vurgular niteliktedir.
Halim’in Babası: Çocuklarının geleceği için mücadele eden, en küçük çocuğu olan Halim’i imam olması için medreseye gönderen ve eserde yer alan figüratif kişilerden biri, tipik bir Tatar köylüsüdür. Halim için her şeyi yapan fedakâr bir baba figürü olarak romanda yer alır. Bir baba olarak bütün imkânsızlıklara rağmen oğlu için elinden gelen her şeyi yapsa da bir müddet medresede öğrenim gören Halim, kendisini ziyarete gelen babasının köylü oluşundan -medrese hayatını ve Tatar halkının yardımlarıyla rahat bir yaşam süren din ehli kimselerin ruh hâlini göstermesi açısından oldukça ibret verici bir şekilde- utanır ancak babası o denli saf ve samimi bir kişidir ki bu durumun farkına bile varmaz.
Halim’in Annesi: Eşi ile birlikte birçok fedakârlık yapan ve küçük oğullarını imam olarak görüp onunla birlikte sınıf atlamak isteyen, bir imam annesi olarak oğlu ile birlikte pek çok etkinlikte aktif bir biçimde bulunmayı hayal eden geleneksel bir Tatar köylü kadınıdır. Eserde figüratif bir kişi olarak yer alır.
Rahmetullah: Halim’in abisidir. Çok çalışkan, emekçi bir kişidir. Âlim ile birlikte Zühre’nin babası Abdurrahim hazret ile görüşmeye gider. Eserde yardımcı karakter rolünü ifa eder.
Halim’in Arkadaşı: Köydeki medresede birlikte öğrenim gördükleri bir talebe. Halim’in medreseyi yakma fikrine hemen destek verip medreseyi yakmak için girişimde bulunan çocuktur. Romanın gerçeklik algısını artırmak amacıyla eserde yer verilen figüratif kişilerden biridir.
Âlim: Halim’in Zühre ile evliliğine aracılık eden bir arkadaşıdır. Figüratif şahıstır.
Abdurrahim Hazret: Zühre’nin babasıdır. Son derece münzevi hayatı olan, kendi hâlinde bir imamdır. Eserde müspet bir imam olarak yer alır. İmamlar ile ilgili klişe mahiyetindeki olumsuz imajlara dair hiçbir özellik taşımaz. Çok alçakgönüllü ve hassas bir kişi olarak tasvir edilir ve ideal bir kız babası olarak ön plana çıkar.
Aynikemal Abıstay: Abdurrahim hazretin eşi, Zühre’nin annesidir. Eşinin aksine girişken ve tuttuğunu koparan bir yapıya sahiptir. Kızının Halim ile evlenmesi için çabalayan ve onun geleceğini düşünen ideal bir anne tipidir.
Merziye ve Zeynep: Halim’in ablalarıdır. Eserin gerçeklik algısını artırmak için kendilerine yer verilen figüratif kişilerdir. Ancak devrin Tatar toplumunda kız çocuklarının ikincil ve pasif konumlarını göstermeleri yönü ile önem taşırlar.
Romanın şahıs kadrosu belirtilen kişilerle sınırlı değildir. Eserde Halim’in okuduğu medreselerdeki hazretler, halifeler ve çok sayıda medrese talebesi gibi kişiye de figüratif unsur olarak yer verilir. Bunların tamamı, kendisi de medrese kökenli bir kişi olan İshakî’nin romanının tezine uygun şekilde, verilmek istenen mesajın alt yapısını hazırlamaya yönelik yardımcı unsurlar olarak eserde yer alır.
Batı’da hemen hemen 19. yüzyıla bizde de 20. yüzyıla kadar üretilen, söze ve yazıya dayalı tahkiyeli eserlerin neredeyse tamamı hep anlatma yöntemi ile kurulmuştur (Sazyek, 2013, s. 35). Figür mahiyeti taşımayan anlatıcının çok önemli bir rol üstlendiği bu teknik, emekleme aşamasındaki Tatar romanında da Ayaz İshakî tarafından etkin bir biçimde kullanılmış, kişiler genellikle bu şekilde okurların gözünde canlandırılmaya çalışılmıştır.
Olay Örgüsü
1910 yılında kaleme alınıp 1912 yılında basılan bu eserde Kazan yakınlarındaki bir köyde, kendi hâlinde bir köylü ailesinin küçük oğlu olan Halim’in köy medresesinde başlayan ve sonra şehirdeki farklı iki medresede devam eden öğrenim hayatı üzerinden Tatar toplumunun muhtelif sorunları ele alınıp anlatılır. Çok katmanlı bir yapıya sahip olmayan romanda olaylar aşağıdaki kronolojik sıraya göre verilir:
Halim ile bir arkadaşının, köylerindeki medreseden sıkılıp şehirdeki medresede okumak hayali ile kendi medreselerini yakmaları,
Halim’in, ailesinin rızası ile şehir medresesine götürülmesi,
Şehirdeki medrese hayatına uyum sağlamakta biraz zorlansa, cedit/ yeni diye horlanıp zorbalıklara maruz kalsa bile Halim’in zamanla yeni hayatına alışması,
Medrese tahsili esnasında kendini gösteren Halim’in münazaraları çok sevip bu alanda kendini geliştirmeye karar verip ilerlemesi,
Halim’in başka bir medresede bir münazaraya katılması,
Kendi medresesine dönünce yaşanan olumsuz olaylar dolayısıyla oradan kaçıp başka bir medreseye gitmesi ve bu yeni medresede de dikkat çeken bir öğrenci olması,
Halim’in öğrencilik yıllarında babasının vefatı sonrası maddi zorluklar yaşaması,
Halim’in, on yıllık medrese tahsili sonrasında köyün eski imamı ve Rus yetkilileri ile yaşanan muhtelif olayların ardından kendi köyünde “belgeli imam (ukazlı mulla)” olması,
Yeni hayatında güzel günlerin hayalini kurarlarken Halim’in annesinin vefatı,
Halim’in görücü usulü ile evlenmesi,
Halim ile eşinin birbirlerini tanıyıp sevmeleri ve mutlu bir yuva kurmaları,
İdealist bir insan olan Halim’in medrese kurma hayalinin suya düşmesi,
Halim’in, toplum ile kendisi arasında baş gösteren yabancılaşma sürecini kendi iç dünyasında da yaşamaya başlaması,
Halim’in eşi Zühre’nin zorlu hamilelik süreci,
Halim’in yabancılaşma sürecinde kendi eşine karşı da tuhaf duygular hissetmeye başlaması,
Halim, her şeyi geride bırakıp çekip gitmeyi düşünürken eşinin doğum yapıp dünyaya bir kız bebek getirmesi,
Eşi Zühre’nin kendisine karşı ne denli hassas ve sevgi dolu olduğunu fark eden Halim’in içine düştüğü ruhsal girdaptan kurtulup kendini bulmuş gibi olması.
Nesnel Harita
Mulla Babay adlı romanda zaman ve mekân, edebî haritada verildiği gibidir. Çalkantılı bir dönem yaşayan ve yıkılma aşamasına gelmiş olan Rus Çarlığı’nın işgali altındaki ülkelerinde yaşamakta olan Tatarların kadimci anlayışa dayalı ve din eksenli bir hayatlarının olduğu görülür. Öte yandan Tatarlar arasında marifetçi-ceditçi bir akım ve böyle bir hareketin varlığı da söz konusudur. Rus yönetiminin desteğine sahip olan kadimciler, Ayaz İshakî’nin de dâhil olduğu marifetçi-ceditçi aydınlanma yanlılarına karşıdır. Kadimcileri güçlü kılan bir husus onların dinî değerlere dayanıyor gibi görünmeleri iken diğer husus ise Rus Çarlığı tarafından açık bir biçimde desteklenmeleridir.
Kadimci ve ceditçi şeklinde iki farklı kutup hâline gelen Tatar toplumunda, kadimci anlayışa sahip medreselerde öğrenim görüp modern dünyadan kopuk bir hayat yaşayan insanlar karşıt görüşteki marifetçi-ceditçi kesimi, usulicedit yanlılarını; modernist, reformist, din karşıtı, din düşmanı, Rus yanlısı gibi göstermekten imtina etmezler. Tüm bu olumsuzluklara rağmen gelişen ve toplum tarafından yavaş yavaş kabul görmeye başlayan ceditçi anlayış hem kadimciler hem de Ruslar tarafından bastırılmaya, yok edilmeye çalışılır. Eserlerinde açık bir biçimde marifetçi-ceditçi tarafı destekleyen İshakî’nin yaklaşımı, hiçbir şekilde din karşıtlığı üzerine kurulu değildir. İshakî, “Rus denizi içinde kalan yedi sekiz milyonluk bir halk (Rus diŋgězě ěçěnde qalġan cidě-sigěz millionlı běr ḫalıq)” (İsḫaqıy, 2009, s. 69) diye tanımladığı ve yok olmasından korktuğu Tatarlar için önce Hristiyanlaştırma sonra Ruslaştırma şeklinde uygulanan asimilasyon politikasının önündeki en güçlü kalkanın İslam olduğuna inanır. Erken dönemde Kayyum Nasırî ile tanışıp ondan etkilenen, Rus dilini öğrenip bu dilde öğrenim gören ve Rusya Müslümanlarının dünyayı tanımak, dünyadaki yeniliklerden haberdar olmak amacıyla Rus dilini öğrenmeleri gerektiğine inanan İshakî için de Rus dili dünyaya açılan bir kapı gibidir. Ancak İshakî, Rus dili üzerinden dünyayı tanımalarını istediği Müslüman Tatarlar için İslam ve Arap harfli Tatar alfabesinin Ruslar ile aralarındaki en belirgin farklılık ve Ruslaşmanın önündeki en güçlü savunma mekanizmaları olduğuna inanır.
Edebî ve Nesnel Haritaların Karşılaştırılması
Eserde Kazan yakınlarındaki bir köyde, kendi hâlinde bir köylü ailesinin küçük oğlu olan Halim’in köy medresesinde başlayıp şehirdeki ve başkent Kazan’daki iki farklı medresede devam eden öğrenim hayatı anlatılır. Romandaki dil ve üslup özelliklerine bakıldığı zaman, romanın Ayaz İshakî’nin kendi hayatından izler taşıdığı görülür. Romanın başkahramanı gibi İshakî de köy medresesinde öğrenim görmeye başlamış, 1890 yılında Çistay Medresesine, 1893 yılında ise Göl Boyu Medresesine gitmiştir. Ancak İshakî, roman kahramanından farklı olarak, medrese öğrenimi sonrasında 1898-1902 yılları arasında Tatar Öğretmen Okuluna (Tatarskaya Uçitel’skaya Şkola) da devam etmiştir (Yuziyev ve ark., 2001, s. 345; Kurban, 2014, s. 159). İshakî bu okulda gördüğü öğrenim sayesinde Rus dili vasıtasıyla Batı dünyasını ve Batı edebiyatını tanıma imkânı bulmuş, hayata daha geniş bir zaviyeden bakmaya başlamıştır. Bu okulun temel amacı olan Tatar gençlerini devşirme ve onları Tatarlar arasında kullanma düşüncesi, birçok Tatar aydını gibi İshakî için de geçerli olmamıştır. O, hayatının her döneminde Tatar halkı, Tatar Türkçesi ve Tatar kültürü için mücadele etmiştir.
Rusça eğitim aldığı okulda hayata daha geniş bir zaviyeden bakmayı öğrenen İshakî’nin fikrî gelişiminde, İsmail Gaspıralı tarafından çıkarılan Tercüman gazetesi (Kamalieva, 2009, s. 46), Azerbaycan’da neşredilen Ekinci-Köylü gazetesi ve İstanbul’da basılan Malûmat adlı mecmuanın önemli etkileri olmuştur (Binark, 1974, s. 9). İshakî’nin erken dönemindeki Bulgarcılık (Alp, 2011, s. 68), sosyalizm düşüncesine meylettiği zamanlar da dâhil, hayatının her döneminde etkili olan Tatar milliyetçiliği zamanla çok daha geniş bir zemine oturmuş ve dünyadaki tüm Türklerin birlik ve beraberliğini esas alacak Turancı bir form kazanmıştır.
Mulla Babay romanında İshakî tarafından Tatar toplumuna ayna tutulmuş ve bu toplumun usulikadimci eğitim anlayışı ironik bir dille eleştirilerek bu uygulama ve anlayışın yanlışlığı gösterilmeye çalışılmıştır. Romanının başkahramanı olan Halim, başta Çinlilerin ve İranlıların namlı kahramanları ile mukayese edilerek Tatarların din ve dünya işlerini yürütecek kişi namzedi olarak tarif edilmiş ama bu durum ironik bir dille yapılarak burada bir yanılsamanın söz konusu olduğu okurlara sezdirilmeye çalışılmıştır. Yazar tarafından ulema sınıfına dâhil edilen yirmi beş yaşındaki bu genç adam vasıtasıyla Tatar halkı için bilgili ve donanımlı kişilere duyulan ihtiyaç dile getirilmiş, Tatar halkının o zamanki kötü durumuna ayna tutulup dönemin Tatar toplumunun aksayan yönleri ortaya konulurken olması gereken ve hayal edilen ideal toplum ise dolaylı bir biçimde düşündürülmeye çalışılmıştır.
Mesaj
Mulla Babay adlı romanda, merkezinde Halim’in yer aldığı medrese hayatı ve burada hâkim olan usulikadim yöntemi ele alınır. Usulikadimin menfi yönleri gösterilerek usulicedit nazara verilmeye ve ön plana çıkartılmaya çalışılır. Eserde kadimci eğitim anlayışı, geleneksel toplum yapısı ve bu zihniyetin sorunlu yönleri, halk arasındaki küçük çaplı meselelerin bile işgalci Ruslar tarafından sömürü aracı olarak kullanılması, görücü usulü evliliğin kız ve erkek tarafında ortaya çıkardığı travmalar, dinin ve din adamlığının istismar edilerek bir geçim aracı hâline getirilip rahat yaşama yoluna evrilmesi, din adamı olabilmek için Rus işgalcilerin yardım ve desteğini alabilmek amacıyla tevessül edilen iş ve işlemlerin yol açtığı olumsuz durumlar üzerinde durulur. Eserin geneline bakıldığı zaman görülen husus, temel problemin eğitimsizlik olduğu ve bunun altının çizildiği şeklinde yorumlanabilir.
Eserde, milletin geleceği adına umut vaat eden çok zeki gençlerin bile usulikadim anlayışı yüzünden heder olup gitmesine dikkat çekilir. Kadimci eğitim sisteminin içinde bulunduğu kötü durumdan çıkarılıp çağdaş bir anlayışa kavuşturulmasının gerekli olduğu vurgulanır. İshakî’nin kendisi de uzun süre medrese tahsili görüp medrese ortamını çok iyi bilen ama marifetçi-ceditçi dünya görüşüne sahip bir kişidir. İshakî, çözümün usulikadim yöntemine dayalı medrese eğitimi olmadığını fark edip hem bu sebeple hem de Rus dili vasıtasıyla modern dünyayı tanımak amacıyla Rusça eğitim verilen Kazan Tatar Öğretmen Okuluna devam etmiş, Batı dünyasını da bu okul vasıtasıyla tanımıştır. İshakî ve diğer ceditçi aydınların savunduğu eğitim sistemi, İsmail Gaspıralı tarafından geliştirilen ve usulisavtiyye yöntemine dayalı olan usulicedittir. Mulla Babay adlı romanda eğitim ve eğitimin önemi, idealist bir kahraman olarak ortaya konulan Halim örneği üzerinden ele alınmış; Halim’in dramatik çöküşü, hayat karşısında içine düştüğü olumsuz durum, Tatar halkının içine düştüğü darboğaz bir prototip olarak kurgulanan romanın başkahramanı vasıtasıyla okurlara gösterilmeye çalışılmıştır.
Tatarların hayatında önemli bir yere sahip olan ve vaktiyle iyi bir eğitim yuvası işlevi gören medreseler zamanla nitelik kaybına uğramıştır. Çağının çok gerisinde kalan, anlamsız ve gereksiz tartışmaların, Arapça ile ilgili dil oyunlarının, farazi durumlar ile ilgili içi boş tartışmaların mekânı hâline dönüşen bu kurumların durumu, eser vasıtasıyla okura/Tatar halkına anlatılmaya çalışılmış, özünde iyi ve çok başarılı olan gençlerin bile medreselerdeki eğitimin müspet ilimlerden kopuk olması sebebiyle heder olup gittiği dolaylı bir biçimde ifade edilmiş, tezli bir mahiyete sahip olan bu eserde açık şekilde marifetçi-ceditçi düşünce desteklenmiştir.
Tatarların millet olarak varlığını devam ettirebilmesi ve uygun bir zamanda özgürlüklerine kavuşabilmesi için mücadele eden ve edebiyatı da bunun için bir araç olarak kullanan İshakî, Mulla Babay adlı romanında Tatarların kendi aralarındaki sorunların çözüm merciinin işgalci Rus yetkililer olmadığını göstermeye çalışır. Eserin tezine göre millî varlığın devamı ve özgürlüğe giden yol, Tatarların çağdaş dünya ile uyumlu, modern bir eğitim anlayışı ve sistemine sahip olmaları sayesinde mümkün olacaktır. Bu büyük ideale ulaşabilmenin yolu, medreseler de dâhil olmak üzere eğitim sisteminin her alanda yenilenmesinden geçer.
Marifetçi-ceditçi bir anlayışa sahip olan İshakî tarafından Bulgarcı, sosyalist ve en sonunda milliyetçi düşünceye mensup olduğu her dönemde benzer düşünceler dile getirilmiştir. Teġallěmde Seġadet (Eğitimde Saadet) (1897) adlı ilk hikâyesinde acemice ele alınan bu konular, zamanla geliştirilmiş, distopik mahiyete sahip olan İkě Yöz Yıldan Soŋ İnqıyraz (İki Yüzyıl Sonra İnkıraz) (1902-1903) adlı povestinde ayrıntılı ve oldukça keskin bir biçimde işlenmiş, Mulla Babay (1910) adlı romanında da geliştirilmeye devam edilmiştir.
Romanın Dil ve Üslup Özellikleri
Romanın Dil Özellikleri
Dil; düşünce, duygu ve isteklerin bir toplumda ses ve anlam yönünden ortak olan ögeler ve kurallardan yararlanılarak başkalarına aktarılmasını sağlayan, çok yönlü, çok gelişmiş bir dizgedir (Aksan, 2003, s. 55). Edebî eseri meydana getiren ve kendine has bir yapısı olan edebî dil ise millî olması yönüyle malzemesi beynelmilel olan diğer tüm sanat dallarından farklı bir yapıya sahiptir. Bu dil ile eserler üreten sanatçıların eserleri de ilgili milletlerin hafızasını meydana getiren önemli unsurlardan biridir (Karabulut, 2019, s. 31). Dil, kelimenin tam anlamı ile edebiyat sanatçısının malzemesidir (Wellek ve Warren, 2019, s. 222). Edebî eser dile dayalı olan ama kendisini meydana getiren dilsel unsurlardan çok daha fazlasını ihtiva eden bir üründür.
En gelişmiş iletişim vasıtası olan dil, aynı zamanda millî kimliğin de asli unsurlarından biridir. İshakî, kalem oynatmaya başladığı gençlik yıllarından hayatının sonuna kadar yazdığı bütün eserlerde Tatarların sahip oldukları değerleri, milletçe varlık sebeplerini ve var olabilme yollarını anlatmaya çalışmış, dili hem bir araç olarak kullanmış hem de onun varlığı ve devamının Tatarlar için hayati öneme sahip olduğunu vurgulamıştır.
Mulla Babay, sözlük genişliği bakımında İshakî’nin en kapsamlı eserlerinden biridir. Bu eserde kullanılan toplam kelime sayısı 52.019’dur. Kazan Tatar Türkçesi ile kaleme alınan eserde Arapça, Farsça, Soğdca, Rusça vb. dillerden alınan kelimelere geniş şekilde yer verildiği görülür. Arapça+Farsça, Arapça+Tatarca vb. yapılardaki birleşik kelimeler de metinde sık sık kullanılır. Mulla Babay adlı eserden seçilen ve yoğun şekilde kullanılan elli kelimelik örneklem içinde yer alan kelimeler ile bu kelimelerin tekrar sayıları ve eserdeki toplam kelime kadrosu içindeki yüzdelik oranları aşağıdaki gibidir:
şekěrt: Far. şakirt, medrese talebesi (592 kez, % 1,13)
ḫezret: Ar. hazret, dinî kimse, imam (470 kez, % 0,9)
medrese: Ar. medrese (426 kez, % 0,81)
ḫelfe: Ar. medresedeki genç öğretmen, muit (255 kez, % 0,49)
mulla: Ar. molla (248 kez, % 0,47)
waqıt: Ar. vakit (122 kez, % 0,23)
mujik: Rus. köylü erkekler (104 kez, % 0,19)
küŋěl: Tat. gönül (97 kez, % 0,18)
namaz: Far. namaz (87 kez, % 0,167)
kitap: Ar. kitap (85 kez, % 0,163)
samavır: Rus. semaver (77 kez, 0,15)
bala: Tat. bala, çocuk (68 kez, % 0,13)
teharet: Ar. abdest (57 kez, % 0,109)
sabaq: Ar. ders (54 kez, % 0,103)
doġa: Ar. dua (53 kez, % 0,101)
abıstay: Tat. molla hanımı; dinî okullarda ders veren kadın hoca (50 kez, % 0,096)
cawap: Ar. cevap (47 kez, % 0,090)
derěs: Ar. ders (44 kez, % 0,084)
monazareçě: Ar.+Tat. münazaracı (44 kez, % 0,084)
monazare: Ar. münazara (41 kez, % 0,078)
ostazbike: Far.+Tat. üstat/pir/ hocanın eşi; kadın üstat, kadın pir, kadın hoca (41 kez, % 0,078)
Qor’en: Ar. Kur’an (34 kez, % 0,065)
mantıyq: Ar. mantık (31 kez, % 0,059)
fatiyḫa: Ar. hayır dua, rıza, tasvip (30 kez, % 0,057)
mescěd: Ar. mescit, cami (30 kez, % 0,057)
duŋġız: Tat. domuz (30 kez, % 0,057)
ġıylěm: Ar. ilim (25 kez, % 0,048)
cemeġat’: Ar. cemaat (25 kez, % 0,048)
Allah: Ar. Allah (23 kez, % 0,044)
saqallı: Tat. sakallı (23 kez, % 0,044)
meġ’ne: Ar. mana, anlam (22 kez, % 0,042)
iġ’tiraz: Ar. itiraz (20 kez, % 0,038)
sadaqa: Ar. sadaka (20 kez, % 0,038)
neḫüw: Ar. nahiv, sentaks, söz dizimi (20 kez, % 0,038)
ḫetěm: Ar. hatim (19 kez, % 0,036)
minut: Rus. dakika (17 kez, % 0,032)
çalma: Tat. sarık (14 kez, % 0,026)
Allahě Teġale: Ar. Allahutaala (14 kez, % 0,026)
ġıybare: Ar. ibare (13 kez, % 0,024)
elḫemdělillah: Ar. elhamdülillah (12 kez, % 0,023)
delil: Ar. delil, kanıt (12 kez, % 0,023)
cedid: Ar. cedit, yeni (12 kez, % 0,023)
söal’: Ar. sual, soru (12 kez, % 0,023)
fiq’hě: Ar. fıkıh (12 kez, % 0,023)
ocmaḫ: Soğ. cennet (11 kez, % 0,021)
imam: Ar. imam (11 kez, % 0,021)
pişqadem: Far.+Ar. mezuniyetinden sonra da medresede yaşayan talebe (11 kez, % 0,021)
azan: Ar. ezan (10 kez, % 0,019)
din: Ar. din (10 kez, % 0,019)
sarıf: Ar. sarf, morfoloji, yapı bilgisi (10 kez, % 0,019)
Seçilen kelimelere bakıldığı zaman “ḫezret (hazret)”, “medrese”, “mulla (molla)”, “waqıt (vakit)” gibi Arapça; “şekěrt (şakirt, medrese talebesi)”, “namaz” gibi Farsça; “ocmaḫ (cennet)” gibi Soğdca kelimelerin kullanım yoğunlukları dikkat çekicidir. Medreselerde dinî eğitim verilmesi ve romanda bu ortamın gerçekçi bir biçimde kurgulanmaya çalışılması dolayısıyla Arapça kökenli kelimelerin baskın bir görünüm arz ettiği görülür. İslamiyet’in doğrudan Araplardan değil de Farslar üzerinden alınmış olması dolayısıyla, Türkiye Türkçesinde olduğu gibi Tatar Türkçesinde de, dinî terimlerin bir kısmı Farsçadır. Soğdca kelimeler de Soğdcanın bir Doğu İran dili olması dolayısıyla yine Farsça ile ilgilidir. İshakî’nin idyolektinde Rusçanın yoğun etkisinden söz edilemese bile 1552 yılından beri Rus işgali altında yaşamakta olan Tatarların dilinde, hegemonik güç olan Rusya dolayısıyla, Rusçanın belirgin bir üst katman etkisi vardır. Mulla Babay adlı eserde, medrese talebeleri arasında bile “mujik (köylü erkek)”, “samavır (semaver)” ve “minut (dakika)” gibi Rusça kelimelerin sık sık kullanıldığı görülür.
Medrese ortamı ve derslerin içeriğine uygun olacak şekilde “Adem ata (Âdem ata)”, “Nuḫ peyġamber (Nuh peygamber)”, “İbrahim ġaleyhisselam (İbrahim aleyhisselam)”, “İbrahim peyġamber (İbrahim peygamber)”, “Ḫezretě Resül (Hz. Resul)”, “Ebübekěr (Hz. Ebubekir)”, “Ġomer (Hz. Ömer)”, “Ġosman (Hz. Osman)”, “Ġali (Hz. Ali)”, “Ḫezretě Ḫesen (Hz. Hasan)”, “Ḫezretě Ḫöseyěn (Hz. Hüseyin)” gibi dinler tarihi ve İslam tarihi açısından önemli isimlere de eserin ve eserde ele alınan ortamın gerçeklik algısını desteklemek amacıyla yer verildiği görülür.
Romanda, dinî şahsiyetlerin adlarının yanı sıra dinî içerikli olan Möḫemmediye (Muhammediye: XV. yüzyılda yaşamış olan Türk âlim ve mutasavvıf Yazıcızâde Mehmet’in eseri), Qafiye (el-Kâfiye: İbnü’l-Hâcib’in Arap nahvi ile ilgili eseri), Şemsiye (eş-Şemsiye: Ali b. Ömer el-Kâtibî el-Kazvînî’nin mantık ile ilgili risâlesi.) vb. eserlerin adları da geçer.
Medrese ortamının ele alındığı Mulla Babay romanında, dinî içerikli ve müspet anlamlı zengin kelime kadrosunun yanında “beddoġa (beddua)”, “gönahlı (günahlı)” ve “temuġ’ (tamu, cehennem)” gibi menfi anlamlı kelimelere de yer verilir. Ayrıca hakaret amacı taşıyan “aḫmaq (ahmak)” ve “duŋġız (domuz)” vb. kelimeler de kullanılır. Bunlar medrese ortamında bile olsa çocukların ve gençlerin günlük hayatlarında müspet ve menfi anlamlı kelimelerin birlikte kullanıldığını göstermek suretiyle hem eserin gerçeklik algısına katkıda bulunur hem de medrese ortamında da insanın olumlu ve olumsuz yanları ile yine insan olduğunun altını çizer.
Ayaz İshakî’nin romanlarının genelinde, dil ve anlatım konusu benzer özellikler gösterir. Seçilen ve ele alınan konuya, konunun geçtiği çevreye, verilmek istenilen mesaja göre dil ve üslubun da şekillendiği görülür. İshakî’nin bir amaç doğrultusunda ve tezli romanlar yazmasının onun dil kullanımı ve üslubuna doğrudan tesir ettiği görülür. Halim ekseninde medrese ortamı, kadimci toplum ve eğitim anlayışının ironik bir dille anlatıldığı bu eserde kullanılan dil de ortama uygun bir mahiyete sahiptir. Ayaz İshakî’nin Mulla Babay adlı geniş hacimli romanında tematik düzlemde tarihî yapıya uygun bir dil kullanıldığı görülür. Olayların geçtiği dönem ve medrese ortamı ile uyumlu dil tercihinde yabancı kökenli, özellikle Arapça, kelimelere geniş bir biçimde yer verilmiştir:
Bismillahir-raḫmani-reḫim. Bedan esġadeke Allahě Teġale fiddareyn. Ye, nik mosannif Reḫmetulla ġaleyhi kitabını ‘Bismilla’ ile başlaġan? Çönki ḫedisě şerifte eytken: ‘Köllě emrin zibal’ lem yabde’ bismillahi fehüwe ebtar.’ Ye, şunı eyt! didě (İsḫaqıy, 2001, s. 232).
(Bismillahirrahmanirrahim. Bil ki Allah seni iki dünyada (dünyada ve ahirette) mutlu etsin. Neden müellif rahmetullahi aleyh (Allah ona rahmet eylesin) kitabına “Besmele” ile başlamış? Çünkü hadisişerifte denmiş ki: “Besmelesiz başlanılan her işin sonu kesiktir.” Haydi, şunu söyle, dedi.)
Yoğun bir biçimde Arapça kelimelerin kullanıldığı eserdeki Kur’an ve hadis eksenli cümleler, sıradan okur için anlaşılabilir olmaktan uzaktır. Dinî içerikli bu tür kullanımlar, eserin konusunun geçtiği medrese ortamı ve eski eğitim anlayışının hâkim olduğu bu ortamdaki dilin gerçekçi bir biçimde kurgulanmış olduğunu göstermektedir. Eserde Arapçanın yanı sıra Rusça ve Farsça kelimelere de sıkça yer verilir.
Marifetçi-ceditçi dünya görüşünü yansıtacak tarzda ve açık bir biçimde taraflı davranan İshakî, yarattığı atmosfere uygun bir dil kullanmaya büyük özen gösterir. Köylü kadınlara vaaz vermek üzere hazırlanan Zühre ile ilgili bir bölüm ironik bir anlatım ile başlar:
Düşenběden ük Zöhre kitap söylerge ḫezěrleněrge totındı. Ul üzlerěněŋ awıllarında elle niqader enisěněŋ kitap söylewěně kürgenge, niçěk başlarġa tiyěşlěklerěně, ni söylerge kireklěklerěně, elbette, bělmiy tügěl idě. (İsḫaqıy, 2001, s. 392)
(Pazartesi gününden itibaren Zühre kitaptan vaaz verme hazırlıklarına başladı. Kendi köylerinde pek çok kez annesinin kitaptan hareketle vaaz verdiğini gördüğü için nasıl başlamak gerektiğini, ne söylemek gerektiğini, elbette bilmiyor değildi.)
Bu kısa paragrafın ardından anlatım tekniği de değişir. Tahkiye tekniğinden uzaklaşılan metinde anlatıcı, okurlara nutuk irat eden bir hatip gibi konuşmaya başlar. Burada dile getirilen fikirler, anlatıcıdan ziyade edibin bakış açısı ile ilgili olup çevre ve topluma ayna tutan edibin bu esnada zihnî arka planındaki esasa dair alt yapıyı kurmak adına bir çaba içine girdiği de görülür:
Lekin şunı onıtmaŋız, ul niqader şul kitap söylewlerně kürgen bulsa da, niqader şuŋar öyrengen bulsa da, ul uncidě yeşerlěk běr qız! Şunıŋ öçěn yöz-yöz illě ḫatın aldında açıqtan açıqqa kitap söylep, aŋarġa nesıyḫet başlaw bik kěçkěne ěş tügěl, qawşarsıŋ da, şürlersěŋ de! Taġı bit, bu běrěnçě söylew! Awılnıŋ yaratuwı-yaratmawı – hemmesě şul können başlanaçaq, bötěn ḫatınnarnıŋ Zöhrege qarawları, anı yaḫşı ostazbike dip, ye naçar dip utırtıp quyuwları şul seġat’ten kiteçek. Anıŋ şul kitap söylewě üzěne gěne tügěl, Ḫelimge de, aŋar ġına da tügěl, bötěn alarnıŋ tormışlarına, ḫetta balalarınıŋ tormışına da te’sir iteçek. Şunıŋ öçěn bu ěş, elbette, uyın tügěl! Bu da üzěne küre běr artistıŋ seḫnedegě běrěnçě debyutı! Bu da üzěnçe ḫalıq ěşě bělen mataşaçaq kěşěněŋ běrěnçě kürěşěrge çıġuwı! (İsḫaqıy, 2001, s. 392)
(Lakin şunu unutmayın, o ne kadar şu kitaptan vaaz vermeyi görmüş olsa da, ne kadar şunları öğrenmiş olsa da o, on yedi yaşında bir kız! Şunun için yüz yüz elli kadının önünde açıktan açık kitaptan vaaz verip onlara nasihate başlamak, çok küçük bir iş değil ne yapacağını bilemezsin de korkarsın da! Dahası bu ilk vaaz! Köyün sevip sevmemesi, hepsi şu gün itibarıyla başlayacak, bütün kadınların Zühre’ye bakışları, onu iyi ostazbike[12] ya da kötü diye kabul etmeleri şu saatte belli olacak. Onun şu kitaptan vaaz verişi sadece kendisine değil Halim’e de, sadece ona da değil, onların bütün hayatlarına, hatta balalarının hayatına da tesir edecek. Şunun için bu iş, elbette, oyun değil! Bu da kendine göre bir sanatçının sahneye ilk çıkışı! Bu da kendince amme hizmeti ile ilgilenecek bir kişinin ilk görüşmeye çıkışı!)
Mulla Babay adlı romanda “şehir-köy (şeher-awıl)”, “avam-havas (ġawam-ḫewas)”, hem gerçek hem mecaz anlamda “eski-yeni (qadim-cedid)” çatışması son derece belirgindir:
Seġat’ten artıq şul örküw dewam ittě. Ḫelim, elle nindiy, ġoměrěnde uylamaġan uylarġa batıp, üzěněŋ qayda ikenlěgěně onıttı. Anıŋ bötěn teně, canı qaltırıy başladı. Anıŋ bötěn wöcüdě şul yırtqıçlıqqa qarşı protest yasap, sikěrěp torıp, suġışmaqçı buldı. Lekin běrsě artlı běrsě yawıp tora torġan utınnar, çilekler, samavır qapqaçları anı bere-bere, ġayretěně, quwetěně aldı. Ul temam izělěp, kěşělěkten çıġıp arıp utıruwında dewam ittě. Örküwçěler de arıp bětkenge, güya Ḫelimněŋ cedidlěgě yuwıldı kěbi, Ḫelimněŋ suwıruwı běttě kěbi ittěrěp, çinawdan, eyběrler berüwden tuqtadılar. Hemmesě de, şul zur wazıyfanı qılıp bětěrgenge şatlanġan kěbi, keyěfleněp çey ěçerge utırdılar! (İsḫaqıy, 2001, s. 347)
(Bir saatten uzun süre bu korku devam etti. Halim, hayatında hiçbir zaman aklına gelmeyen düşüncelere dalıp kendisinin nerede olduğunu unuttu. Onun bütün teni ve ruhu titremeye başladı. Onun bütün vücudu şu yırtıcılığa karşı isyan ederek ayağa kalkıp savaşmak istedi. Lakin birbiri ardınca yağaduran odunlar, kovalar, semaver kapakları ona vura vura gayretini ve gücünü bitirdi. O tamamen ezilip, hissizleşip, takatten düşmüş vaziyette oturmaya devam etti. Onu bu şekilde korkutanlar da yorulduklarından, sanki Halim’in medresede ceditliği/yeni oluşu temizlendi gibi, Halim’in bunları soğurması bitmiş gibi yapıp haykırmayı, bir şeyler atmayı bıraktılar. Hepsi de bu büyük görevi yerine getirdiği için mutlu olmuş gibi keyiflenip çay içmeye oturdular!)
Okurlarını bilgilendirmek, onları daha iyi bir istikamete sevk edebilmek gayesi ile hareket eden İshakî, içinden geldiği medrese ortamını gerçekçi bir biçimde tasvir ederken o ortama uygun bir dil kullanır. Medrese ortamı ve usulikadimin sorunlu yanlarını ortaya koyan edibin önerdiği biricik çıkış yolu ise eserdeki kadimci kişilerin sembolik bir biçimde baskı altına alıp ezdikleri ve yok etmeye çalıştıkları cedit ve ceditçi anlayıştır.
Romanın Üslup Özellikleri
Üslup ile ilgili pek çok tanım denemesi yapılmıştır. Bunlara kısaca göz atıldığı zaman birbirine yakın tanım denemelerinin olduğu görülebilir. Bu tanım denemelerinin bazıları şöyledir:
Üslup; sanatkârın, ferdî bir duyuş tarzı ve kompozisyona sahip muhtevayı, kelimeden cümleye kadar uzanan dil unsurları aracılığıyla ve belli bir yapı bütünlüğü içinde, ferdî ve orijinal bir biçimde ifade etmesidir (Çetişli, 2017, s. 104).
Üslup veya biçem; bir bireyin, dilsel gereç ve olanakları kendine özgü ölçütlerle seçip kullanması sonucu söyleme kattığı kişisel nitelikli özelliklerin tümüdür. Üslup veya biçem yerine deyiş kelimesi de kullanılır (Vardar, 2002, s. 40).
Üslup, sözlük anlamı itibarıyla eda, biçem, stil, ifade tarzı, anlatış yolu; her sanatçı veya edibin duygu ve düşüncelerini ifade etme biçimi, anlatış yolu biçiminde de ifade edilir (Karataş, 2001, s. 446).
Üslup; belli bir görüş, duyuş ve birikime sahip olan sanatçının hayatı boyunca edindiği tecrübe ve tavırlarla seçtiği konuyu, biçim ve içeriğin belirlediği vasıta ve yöntemleri kullanarak kendine has bir biçimde ördüğü kelimelerle anlatmasından doğan bir edebî değer unsuru ve ölçüsüdür (Çoban, 2004, s. 16-17).
Dil bilim açısından üslup (biçem, deyiş), söylemde öznenin bireysel kullanımının belirtisi olan özellik; dilin standart kullanımından sapan dilsel öge; yazınsal eleştiride ise bir yapıtın özgüllüğünü belirten ve okurların dikkatini çeken dilsel biçim olarak adlandırılır (Rifat, 2018, s. 274-275).
Üslup (Latince “stylus”, İngilizce “style”, Fransızca “style”, Almanca “Stil”, Rusça “стиль”: stil’ vb.), bir sanatçının kendine has dil kullanımı ve onu diğerlerinden ayıran en önemli özellik şeklinde tanımlanır. Buradan hareketle üslup için “şair ve yazarın parmak izi” de denilebilir (Karabulut, 2019, s. 19). “Stil (kalem)” kelimesiyle bir eserin dil kuruluş özelliklerinin belirtilmesi gerektiğine vurgu yapılır. Bir edebî eserin biçimi sadece dil kuruluşuyla sınırlı olmayıp biçimin nesnel olarak meydana getirme ve kompozisyon gibi yanları da vardır. Biçim ile ilgili bu hususların hepsi birlik içinde belli bir üslubu meydana getirir (Pospelov, 2014, s. 427).
Üslup; sanatçılara, devirlere, çevrelere, şahıslara, işlevlere, biçim ve türler ile diğerlerine göre tasnif edilebilir (Çoban, 2004, s. 21). Konuşma üslubu, yazı dili üslubu, sade üslup, kapalı üslup, edebî üslup, süslü üslup, metaforik üslup, secili üslup, âli üslup, ilmî üslup, öğretici üslup, vaaz üslubu, hitabet üslubu, hikâye üslubu gibi üslup türlerinden söz etmek mümkündür (Coşkun, 2010, s. 72). Tezli romanlar kaleme alan İshakî’nin sanat yapmak, kişisel becerilerini göstermek gibi bir kaygısı yoktur. Çok yönlü bir kişiliğe sahip olan ve edebiyatı öğretici bir araç gibi görüp bu amaçla kullanan İshakî, bilinçli bir biçimde öğretici üslubu benimsemiştir.
Medrese ortamının ele alındığı bu romanda dil ve üslup da romanın içeriğine uygun bir tarzda seçilir. Romanda hikemi/didaktik bir üslup dolaylı bir biçimde kendini gösterir. Medrese ortamı ve medrese talebelerinin ele alındığı, eski eğitim anlayışının yerden yere vurulduğu eserde Halim’in medrese tahsili ve buradaki gelişimi ironik bir dille anlatılır:
Ḫelim üzěněŋ awıl medresesěně yandırġandaġı, şeher medresesěnnen qaçıp qalaġa kilgendegě idealına irěştě. Ul pişqadem buldı. Pişqadem buldı digeç te sěz, anı ḫezěrgě meġ’nede zur saqallı şekěrt – ḫelfe gěne buldı dip bělmeŋěz. Yuq, bötěnley başqa. Ḫelim iskě zamana meġ’nesěnde pişqadem buldı. Ni dip aŋlatıym. Ul qıtaylarnıŋ imtiḫan totqan, memleketněŋ idaresěne yiterlěk höner, ġıylěm cıyġan ‘mandarin’ı kěbi, iranilarnıŋ din, dön’ya mes’elelerěněŋ barısını da üzěnçe ḫel qılırġa ḫaqlı bulġan ‘möctehid’ě kěbi buldı! (İsḫaqıy, 2001, s. 356)
(Halim kendisinin köy medresesini yaktığı zamandaki, şehir medresesinden kaçıp başkente geldiği zamandaki idealine erişti. O, pişkadem oldu. Pişkadem oldu denilince siz onu şimdiki anlamda uzun sakallı şakirt, sadece muit oldu diye düşünmeyin. Hayır, tamamen başka. Halim eski devirlerdeki anlamda pişkadem oldu. Nasıl anlatayım. O, Çinlilerin imtihan vermiş, memleketin idaresine yetecek kadar beceri, ilim edinmiş “mandarin”I[13] gibi; İranilerin din ve dünya meselelerinin hepsini de kendine göre hâlletme yetkisine sahip “müçtehid”i gibi oldu!)
Eserde menfi konular, burada kadimci eğitim anlayışı, ön plana çıkarılarak esas mesele okurlara sezdirilmeye çalışılır. Halim, ironik bir biçimde yüksek tahsilli Çinli devlet memurları ve İranlı müçtehitlere benzetilir.
Dildeki çok anlamlılıklar, metin örgüsü, edebî gelenekler vb. üslubun kaynakları arasında sayılır (Karabulut, 2019, s. 54). Ancak Mulla Babay adlı romanda, dilin çok anlamlılık özelliğinden yararlanılmaya çalışıldığı söylenemez. Bu romanın anlatımında kronolojik bir yol izlenmiş, olaylar okurların çok rahat bir biçimde anlayabileceği bir tarzda ifade edilmiş, yer yer ironik bir dil kullanılmıştır. Bunun sebebi İshakî’nin sanat yapmaktan ziyade edebiyatı bir vasıta olarak görmesi, geniş kitlelere edebiyat aracılığıyla ulaşmaya, onları bu şekilde mobilize etmeye çalışması ile doğrudan ilgilidir.
Üslubun şekillenmesinde ya da şekillenen üslubun ortaya çıkışında yazarın kişisel millî edebiyat deneyimi, halkın ananeleri, örf ve âdetleri, dil özellikleri, mahallî ruh gibi çok yönlü bir değerlendirmeden bahsedilebilir (Baltabayev, 2006, s. 2-8).
Medrese ortamını bittecrübe bilen İshakî, bu ortamdaki hayata dair unsurları halk dilinin en otantik hâli ile eserlerine taşır. Aşağıda yer alan bölümde medrese ortamına yeni gelen Halim’in etrafında medresedeki eski talebelerin yaptıkları şöyle ifade edilir:
Taġı běr şekěrt kilěp:
– Merziye miněkě! Aqsaq şaytan, siŋa kěm qız bire? E, şulay bit, qayın ěně? Merziye miněkě bit? – diyerge ölgěrmedě, běrsě çıġıp:
– Şadra şaytan, siŋa qız bireler diymě?! Ul miněm yaqtaş, Merziye miněkě! – didĭ. (İsḫaqıy, 2001, s. 228-229)
(Başka bir şakirt gelip:
– Merziye benimki! Aksak şeytan, sana kim kız verir? E, öyle değil mi, kayınbirader? Merziye benimki ya, demeye kalmadı, biri çıkıp:
– Çapar şeytan, sana kız mı verirlermiş? O benim hemşerim, Merziye benimki, dedi.)
Medresede görevli kişiler ve onların talebelere karşı tavır ve davranışları da halk dilinin incelikleri ile aşağıdaki gibi anlatılır:
– Qazıy abıyım, qazıy abıyım! – dip çabalanırġa, yalınırġa totındılar. Qazıy, işětmegen kěbi, çaj-çoj suġuwında dewam ittě. Ḫelimge kilěp yitkeç:
– Sasıq, manqa, kilěp yitmegen…– dip, açuwlanıp, sırt buyına sızdı. (İsḫaqıy, 2001, s. 234)
(Kadı amcam, kadı amcam, diye çırpınmaya, yalvarmaya başladılar. Kadı, işitmemiş gibi, pat küt diye vurmaya devam etti. Sıra Halim’e gelince:
– Pis, sümük, dün bir bugün iki, diye kızıp boylamasına sırtına vurdu.)
Burada halk dilinin otantik bir biçimde kullanımının yanı sıra medrese ortamına ışık tutulurken kadimci eğitim anlayışı ve dayak uygulamasına da sert bir eleştiri yöneltilir. Romanın ilerleyen bölümlerinde de eski-yeni çatışması ekseninde eskiye yönelik eleştirel yaklaşım sürdürülür. Medresede tahsil gören talebelerin köylülerin gözünü boyamak için çaba sarf ederken kullandıkları dilde de halk dilinin özellikleriyle karşılaşılır.
Medreseněŋ tıŋlıġı mujiklarnı ḫeyran qaldırırġa ölgěrmedĭ, běr şekěrt běr malayġa qarap:
– Bıtırdama, malay, kürmiysěŋměni, Ġaliekber ḫelfege qunaqlar kildě! – dide. (İsḫaqıy, 2001, s. 289)
(Medresenin sükûneti köylüleri şaşırtmadan şakirt bir oğlana bakıp:
– Gevezelik etme, çocuk, görmüyor musun, Aliekber muide misafirler geldi, dedi.)
Edebî eserin üretilmesinde yazarın eserden beklentileri ve okura iletmek istediği mesajların mühim bir yeri vardır. Bu durumun konu ile birlikte dil ve anlatım, dolayısıyla üslup üzerinde de etkili olduğu söylenebilir. Dolayısıyla yazarların “Sanat için sanat.” ya da “Toplum için sanat.” tarzındaki bakış açılarından birine sahip oldukları ve eserlerini de şahsi bakış açılarına göre kurguladıkları söylenebilir (Demirci ve Gün, 2012, s. 431). Halkçı bakış açısı ve didaktik üslubu dolayısıyla İshakî’nin mutlak surette “Toplum için sanat.” görüşü istikametinde eserler verdiği ifade edilebilir.
Öğretici bir üslup benimseyen İshakî’nin Mulla Babay adlı romanında medrese ortamını ve usulikadim yöntemini okurlarına anlatmak, Öyge Taba (Üyge Taba/Eve Doğru) adlı romanında tarihî bir atmosfer yaratmak için kullanılan dilin İkě Yöz Yıldan Soŋ İnqıyraz (İki Yüzyıl Sonra İnkıraz) adlı uzun hikâyede geleceğe dönük bir projeksiyonun taşıyıcısı ve distopik mahiyetteki bu eserin en önemli aracı olarak kullandığı görülür. Bu eserlerin hepsinde İshakî’nin kendine has dil/söz kullanımı belirleyici bir role sahiptir.
İshakî’nin romanlarında Tatar folkloru öğreticilik yönü ile geniş yer tutar. Din kavramına da bu amaçla özel bir vurgu yapan İshakî’nin İslam’ı, Tatar halkı için birleştirici bir unsur olarak gördüğü söylenebilir. Medrese tahsilinin yanı sıra Rus dilinde de eğitim alan İshakî, Tatar halkı için İslam’ı birleştirici ve koruyucu bir unsur addeder. Ancak din ve dinî kavramların istismarı da onun geniş şekilde ele aldığı konulardan biridir. Batıl inançların din olarak algılanması, dinin geçim aracı hâline getirilmesi, dinî değerlerin kullanılması yoluyla halkın istismar edilmesi gibi hususlar onun eserlerinde ağır bir biçimde tenkide tabi tutulur:
Aqsaq, öç ay söylerge yiterlěk yaŋa ěş bulġanġa şatlanıp:
– Sin, Ġaliekber abzıy, wallahi, işan[14] bul! Bötěn dön’yanı aldıy alasıŋ,– didě.
Ġaliekber, keyěfleněp:
– Bulırmın şul! Lekin, ipteşler, bunda minnen biter sězněŋ ḫězmet, mulla bulsam, bik zur ‘kalpaniye’ qoram,– dide. (İsḫaqıy, 2001, s. 292)
(Aksak, üç ay konuşmaya yetecek iş bulduğu için sevinip:
– Sen, Aliekber abi, vallahi, şeyh ol! Bütün dünyayı aldatabilirsin, dedi. Aliekber keyiflenip:
– Olurum elbette! Lakin arkadaşlar, burada benden daha çok size iş düşüyor, molla olursam, çok büyük “eğlence” düzenlerim.)
Burada “işan (şeyh)” olması istenen kişiye yönelik ironik ve eleştirel mahiyetli bir tespit söz konusudur. İşan olacak kişinin tüm dünyayı aldatabilecek bir potansiyele sahip olması, halk nezdinde var olan ona yönelik bakış açısı ve ondan beklenen müspet tavır, davranış ve icraatlar ile büyük bir tezat oluşturur.
Köyden kente gelen ve medrese tahsili gören bir gencin ekseni etrafından dönemin Tatar toplumu, bu toplumun aksayan yönleri, eski-yeni çatışması gibi konuların ele alındığı Mulla Babay adlı eserde yoğun bir biçimde deyimlere yer verilmiştir.
Ḫelim köte-köte köt buldı (İsḫaqıy, 2001, s. 248).
(Halim bekleye bekleye ağaç oldu) (İsḫaqıy, 2001, s. 248).
Awızdan sular aqtı (İsḫaqıy, 2001, s. 248).
(Ağızdan sular aktı) (İsḫaqıy, 2001, s. 248).
Etisě Ḫelimně kürěp, ělgerě isě kitken kěbi bulsa da, aḫırdan:
– Tuqtaŋız, měne min şunnan yögen gěne alıym da, kěrěp çey ěçerměz,– didě (İsḫaqıy, 2001, s. 259).
(Babası Halim’i görüp, önce aklı gitmiş /çok şaşırmış gibi olsa da, sonradan:
– Durun, ben şuradan gemlik alayım da, girip çay içeriz, dedi.)
– Awızınnan cil alġırı (İsḫaqıy, 2001, s. 306)!
(Ağzından yel alsın!)
Hazretin evinden bir sahne tasvir edilirken çocukların kılık kıyafetleri ve konuklar için hazırlanan masadaki yiyeceklere bakışları üzerinden, toplum içinde nispeten iyi bir konumda olan mollaların evlerinde bile ağır yaşam şartlarının hâkim olduğu da deyimler yardımı ile etkili bir biçimde dile getirilir.
Ḫezretněŋ süzěněŋ dörěstlěgěně isbat iter öçěn kěbi, aldı-artlı ikě meḫdüm, meḫdüme bülme işěgěnnen çıġıp bastı. Iştansız meḫdümnerněŋ qatqan külmeklerě, qatıp yarılıp bětken ayaq-qulları, meḫdümeněŋ yırtılıp bětken külmegě, peri pumalası kebi tuzġan başı şul yem’sěz öyně taġı yem’sězlettě. Balalar aç bürěler kěbi qunaqlarġa, qunaqlardan biter öyělěp quyılġan kümeçlerge küzlerěně těk’těler. (İsḫaqıy, 2001, s. 325)
(Hazretin sözünün doğruluğunu ispat etmek için gibi, birbiri ardınca iki mahdum, mahdume oda kapısından çıkıp geldi. Pantolonsuz mahdumların kirli kıyafetleri, sertleşip yarılan el ve ayakları, mahdumenin yırtık elbisesi, peri süpürgesi gibi dağılmış saçı, şu çirkin evi daha da çirkinleştirdi. Balalar aç kurtlar gibi konuklara, konuklardan ziyade yığılmış kümeçlere[15] gözlerini diktiler.)
Mulla Babay adlı eserde deyimlerin yanı sıra anlatımı etkili kılmak amacı ile kullanılan metaforlara da geniş bir biçimde yer verilir.
Ḫelim, bu qırıq töslě měnder tawı’na qarap ni bula indě, dip isě kitěp torġanda:
– Ěs-s! – digen běr tawış çıqtı (İsḫaqıy, 2001, s. 227).
(Halim, bu kırk renkli minder dağına bakıp ne oluyor acaba, diyerek şaşırıp kaldığı sırada:
– Şşş, diye bir ses çıktı.)
Anıŋ küzěne yeş’ tıġıldı. Ul aqırtın ġına, mölděr-mölděr aġa-aġa, küz aldına yem’sěz manzareler kitěre başladı (İsḫaqıy, 2001, s. 248).
(Onun gözleri yaş doldu. Gözyaşları yavaşça, dolu dolu aka aka, gözünün önüne çirkin manzaralar getirmeye başladı.)
Küz yeşě taġı yem’sěz uylarnı alġa kitěrdě (İsḫaqıy, 2001, s. 248).
(Gözyaşı tekrar çirkin düşünceleri önüne getirdi.)
Běr yaqta běr těgěrmenněŋ qanatı, běr yirde běr qoyınıŋ sirtmesě, běr yirde qoyaşqa qarşı yaltırap tora torġan manaranıŋ gömbezě awılnıŋ yaqınlıġını bělgěrttě (İsḫaqıy, 2001, s. 317).
(Bir tarafta bir değirmenin kanadı, bir yerde bir kuyunun çıkrığı, bir yerde güneşe karşı parlayıp duran minarenin alemi, köyün yakın olduğunu haber verdi.)
“Şul yem’sěz uylarnıŋ hemmesěnnen qotılır öçěn ul bötěn quwetěně, köçěně kitapqa taba bordı (İsḫaqıy, 2001, s. 345).”
(Şu çirkin düşüncelerin hepsinden kurtulmak için o bütün kuvvetini, gücünü kitaba yöneltti.)
Anıŋ küŋělěnde běrsěnnen-běrsě yem’sěz uylar yöriy başladı (İsḫaqıy, 2001, s. 345).
(Onun gönlünde birbirinden çirkin düşünceler dolaşmaya başladı.)
Şul uynıŋ oçı’na barıp çıġa almadı, Ḫelim isěne töştě de, az ġına yılmayıp yibermedě (İsḫaqıy, 2001, s. 394).
(Bu düşüncenin sonuna ulaşamadı, Halim aklına geldi de, az daha güleyazdı.)
Eserin anlatımını daha etkili kılan, okurların gözündeki manzarayı daha belirgin hâle getiren teşbihler, deyimler ve metaforların yanı sıra Halim’in müstakbel eşi Zühre’nin kız isteme merasimi ile ilgili kısımda bir atasözüne de yer verildiği görülür.
Medresede öç atna aşamayınça torġannıŋ soŋında, aş kürgen kěşěler kěbi, mulla Ġalim bělen Reḫmetulla abzıy aşarġa totındılar. Şurpanıŋ temlělěgě, tutırġan tawıqnıŋ běr yirěnde de yırtılmayınça maturayıp toruwı, Reḫmetulla abzıynı abıstaynıŋ uŋġanlıġına, “anasına qarap, qızını al” meqalě buyınça, meḫdümelerněŋ de uŋġanlıġına temam ışandırdı. (İsḫaqıy, 2001, s. 379-380)
(Medresede üç hafta yemek yemeden durduktan sonra, yemek görmüş kişiler gibi, Molla Âlim ile Rahmetullah amca yemek yemeye başladılar. Çorbanın lezzeti, tavuk dolmanın hiçbir yerinin yırtılmamış bir biçimde güzel görünüşü, Rahmetullah amcayı abıstayın becerikliliğine, “Anasına bakıp kızını al.” atasözü uyarınca, mahdumelerin de becerikliliğine bütünüyle inandırdı.)
İshakî, kaleme aldığı eserlerde geçmişi irdelemek ya da kendi dönemine ayna tutmakla yetinmeyip gelecekteki muhtemel olayları da -İkě Yöz Yıldan Soŋ İnqıyraz (İki Yüz Yıl Sonra İnkıraz) adlı eserinde olduğu gibiele alır. Kurmacanın imkânlarıyla kimi zaman doğal gerçekliğe yakın, kimi zaman fantastik ve kimi zaman da ütopyayı gerçekleştirmeye matuf olan distopik bir dünya yaratmak suretiyle Tatar halkını bilgilendirmeye, onlara yol göstermeye ya da onları uyarmaya, nihai hedef olarak da onları bir büyük idealin etrafında toplamaya gayret eder. Onun hemen hemen bütün eserlerinin ortak özelliklerinden biri, Tatarların varlığını devam ettirebilme meselesi, budur.
Sonuç
Mulla Babay adlı romanda protagonist Halim karakteri üzerinden medrese ve usulikadim yöntemine dayalı eğitim sistemi ele alınır. Toplumun kurtuluşu için çağdaş bir eğitimin şart olduğunu düşünen ve usulicedit yanlısı olan İshakî, medresenin ve usulikadimin sorunlarını gösterip halkın bu sistem ile hiçbir yere varma imkânının olmadığını kurmaca eserinin dili ile anlatır. Mevcut eğitim sisteminin millete yarar sağlamadığı, çok zeki talebelerin bile medreselerde kaldıkları uzun süre zarfında kelime oyunlarıyla zaman kaybedip gerçek hayattan koptukları, zekâ parıltıları yok olan bu talebelerin ahlaken de yozlaşıp rahat yaşama meyyal kişilere evrildikleri okurlara gösterilir.
Kadınların ve kızların ihmal edildiği, eğitim imkânından mahrum bırakıldığı, dolayısıyla kadınların edilgen yapılı bireylere evrildikleri tespiti yapılıp görücü usulü evliliğe de yer verilir ve bu geleneğin hem kız hem de erkek tarafı üzerinde ruhsal tahribata yol açtığı belirtilir.
Kendi iç sorunlarını çözme konusunda başarısız olup herhangi bir görev için -cami imamlığı da dâhil- işgalci Ruslar tarafından tayin olunan yerel yöneticilere her türlü rüşveti vermeyi mübah gören anlayışın topluma hiçbir yararının olamayacağı vurgulanır.
Tatarların özgürlüğü ideali için mücadele ederken bir yandan da onların inkırazından korkan ve kendince bunu engellemenin yollarını arayan İshakî’nin pek çok eserinde Tatarların millî kimliklerinin devamı için İslam dinine duyulan ihtiyaç dile getirilir. İshakî her ne kadar medrese tahsili görmüş olsa da din eksenli bir hayat anlayışına sahip değildir. Pragmatist bir bakış açısına sahip olan yazar, İslam’ı Tatar halkının Rus denizinde kaybolup gitmesine mâni olacak etkili bir vasıta addedip inkıraza engel olmak amacı ile de bu vasıtadan istifade etmeye çalışır.
Mulla Babay adlı eserde, din ehli kişilerin kadimci anlayış içindeki hayatları romanın başkahramanı Halim örneği üzerinden ve ironik bir biçimde ele alınır. Kadimci anlayış ile düşünce tarzının yanlışlığından hareketle ve mukayeseli bir biçimde marifetçi-ceditçi bakış açısının doğruluğu ve usulicedit yönteminin gerekliliği ortaya konulmaya çalışılır.
Eserde, ele alınan medrese ortamına ve usulikadim yöntemine dayalı eğitim anlayışına uygun bir biçimde, yabancı kelimelerin yoğunluğu dikkat çeker. Medrese ortamının en etkili biçimde yansıtılabilmesi için yazar tarafından yoğun bir biçimde Arapça kelimelere başvurulur. İslami terimlerin bir kısmı Farsça kökenli olduğu için yer yer Farsça kelimelere de yer verilir. Yapısal olarak Arapça+Farsa, Farsça+Arapça, Arapça+Tatarca, Farsça+Tatarca, Rusça+Tatarca vb. kuruluşundaki kelimelerin de metinde yer yer kullanıldığı görülür. Çünkü romanın kaleme alındığı Kazan Tatar Türkçesi, İslamiyet’in etkisi dolayısıyla Arapça ve Farsçadan, Rusçanın üst katman etkisi dolayısıyla da Rusçadan etkilenen bir dil durumundadır. Dönemin Tatarları için kadimci anlayışın yanlışlığını ortaya koyma ve içinde bulunulan duruma ayna tutma amacı güden bu eser günümüz Tatarları için de anlaşılması zor bir dile sahiptir.
Yer yer ağır ve ağdalı, kimi zaman ise kasıtlı bir biçimde ironik bir dilin kullanıldığı bu eserde İshakî’nin eserlerinin geneli ile benzer bir biçimde, hikemi/didaktik bir üslup kullanılmış, kadimci geleneğin olumsuz yönleri ön plana çıkartılarak marifetçi-ceditçi gelenek desteklenmeye çalışılmıştır.
Eserlerinde realist bir tavır takınan İshakî, eğitim sistemindeki yetersizlikler dolayısıyla toplumun son derece olumsuz bir yönde ilerlediğini gösterme amacını güder. Yazar, distopik edebiyatın temsilcileri gibi edebiyatı bir erken uyarı sistemi olarak görüp mevcut durumun olumsuz yönlerini ele alırken geleceğe dönük muhtemel tehditleri de dile getirmeye özen gösterir. İshakî’nin temel meselesi ve çıkış noktası Tatarların inkırazı endişesi ve bu inkırazı önleme yolları olduğu için onun tüm eserlerinde doğrudan veya dolaylı bir biçimde bu konunun üzerine gidildiği görülebilir.
Kaynakça
Abdullin, İ. A. ve ark. (1981). Tatar tělěněŋ aŋlatmalı süzlěgě III. Tatarstan Kitap Neşriyatı.
Aksan, D. (2003). Her yönüyle dil: ana çizgileriyle dilbilim. Türk Dil Kurumu.
Aktaş, Ş. (2015). Anlatma esasına bağlı edebî metinlerin tahlili-Teori ve uygulama. Kurgan Edebiyat.
Alp, A. (2011). Kazan Tatarları arasında milliyetçilik akımı. Berikan.
Baltabayev, H. (2006). Nesir ve üslup (Y. Avcı, Akt.). Beta.
Binark, N. (1974). Ayaz İshakî İdilli (1878-1954). Kazan, 12, 8-17.
Çağatay, T., Akış, A. ve Çağatay-İshakî, S. (1979). Ayaz İshakî İdilli’nin eserleri. T. Çağatay ve ark. (Haz.), Muhammed Ayaz İshakî hayatı ve faaliyeti 100. doğum yılı dolayısıyla içinde (s. XXII-XXIV). Ayyıldız.
Çetişli, İ. (2017). Edebiyat sanatı ve bilimi. Akçağ.
Çoban, A. (2004). Edebiyatta üslup üzerine (Sözün tadını dilde duymak). Akçağ.
Coşkun, M. (2010). Üslup çalışmaları üzerine. H. Aynur ve ark. (Haz.), Nesrin inşası: düzyazıda dil, üslup ve türler (Eski Türk edebiyatı çalışmaları V) içinde (s. 72-83). Turkuaz.
Demirci, M. ve Gün, M. (2012). Rızaeddin Fahreddin’in edebî eserlerinde üslup. The Journal of Academic Social Science Studies, 5(8), 429-458.
Devellioğlu, F. (1996). Osmanlıca–Türkçe ansiklopedik lûgat (A. S. Güneyçal, Haz.). Aydın.
Eḫmedullin, A.Ġ. (1990). Edebiyat bělěmě süzlěgě. Tatarstan Kitap Neşriyatı.
Giniyatullina, A. (1970). Pisateli Sovetskogo Tatarstana. Tatarskoye Knijnoye İzdatel’stvo.
İbrahimov, Ġ. ve Battal, Ġ. (1914). Yaŋa edebiyat. Lit-Tipografiya İ.N. Ḫaritonova.
İsḫaqıy, Ġ. (1991). Zindan–Saylanma proza hem seḫne eserlerě (L. Ġaynanova, Haz.). Tatarstan Kitap Neşriyatı.
İsḫaqıy, Ġ. (1998). Ġayaz İsḫaqıy–Eserler 1 (L. Ġaynanova, Haz.). Tatarstan Kitap Neşriyatı.
İsḫaqıy, Ġ. (2001). Ġayaz İsḫaqıy–Eserler 3 (L. Ġaynanova, Haz.). Tatarstan Kitap Neşriyatı.
İsḫaqıy, Ġ. (2009). Ġayaz İsḫaqıy-Eserler 5 (M. Ḫ. Ḫesenov ve ark., Haz.). Tatarstan Fenner akademiyası Ġalimcan İbrahimov isěměndegě Těl, edebiyat hem senġat’ institutı.
İslâm ansiklopedisi. El-Kâfiye. 26.06.2023’te https://islamansiklopedisi.org.tr/ el-kafiye adresinden edinilmiştir.
Kamalieva, A. (2009). Romantik milliyetçi Ayaz İshakî. Grafiker.
Karabulut, M. (2019). Üslup bilim (stilistik) ve Necip Fazıl Kısakürek’in şiirleri üzerinde stilistik bir inceleme. Akçağ.
Karataş, T. (2001). Ansiklopedik edebiyat terimleri sözlüğü. Yedi Gece.
Komisyon (2018). Meşhür ediběběz we böyěk yulbaşçıbız Ġayaz Efendě İsḫaqıy cenablerěněŋ qısqaça tercemei ḫelě we icatı (eděplěgěne 40 yıl tuluw uŋayı bělen, 1897-1937). Şu kitapta: Ruḫiy miras ězlenüwler hem tabışlar/duḫovnoye naslediye poiski i otkrıtiya (Red. İ.Ġ.Ġumerov). Tatarstan Respublikası Fenner Akademiyesěněŋ Ġ.İbrahimov İsěměndegě Těl, Edebiyat hem Senġat’ İnstitutı, 12-19.
Kurban, İ. (2014). Yaşlı tarihin yankısı (Bulgar–Tatar tarihi ve medeniyeti). Bilge Kültür Sanat.
Öner, M. (2015). Kazan-Tatar Türkçesi sözlüğü. Türk Dil Kurumu.
Pospelov, G. (2014). Edebiyat bilimi (Y. Onay, Çev.). Evrensel.
Rifat, M. (2018). Açıklamalı göstergebilim sözlüğü. Alfa.
Sazyek, H. (2013). Roman terimleri sözlüğü. Hece.
Seḫapov, E. (1997a). İsḫaqıy icatı. Tatar “Miras” Kitap Neşriyatı.
Seḫapov, E. (1997b). İsḫaqıy hem XX ġasır Tatar edebiyatı. Tatar “Miras” Kitap Neşriyatı.
Seydahmet, K.C. (1979). Kazan edebiyatı ve Ayaz İshakî. T. Çağatay ve ark. (Haz.), Muhammed Ayaz İshakî hayatı ve faaliyeti 100. doğum yılı dolayısıyla içinde (s. 150-157). Ayyıldız Matbaası.
Soykan, Ö. N. (2019). Edebiyat sosyolojisi kuram ve uygulama. Bilge Kültür Sanat.
Türkçe sözlük. (2011). Türk Dil Kurumu.
Uzun, M. (2020). Ayaz İshakî’nin “Öyge Taba” adlı romanı üzerinde dil ve üslup incelemesi (Tez No. 627994) [Doktora tezi, Kocaeli Üniversitesi]. Yükseköğretim Kurulu Ulusal Tez Merkezi.
Vardar, B. (2002). Açıklamalı dilbilim terimleri sözlüğü. Multilingual.
Wellek, R. ve Warren, A. (2019). Edebiyat biliminin temelleri (Ö. F. Huyugüzel, Çev.). Dergâh.
Yarullina Yıldırım, R. (2023). Ayaz İshaki’nin ilk dönem edebȋ yaratıcılığı üzerine genel bir bakış. İdil Ural Araştırmaları Dergisi, 5(1), 75-91. https://doi. org/10.47089/iuad.1291849
Yarullina Yıldırım, R. (2016). Tatar nesri ve romantizm estetiği. Kesit.
Yuziyev, N. ve ark. (2001). Türkiye dışındaki Türk edebiyatları antolojisi 18–Tatar edebiyatı II (F. Özkan, İ. Türkoğlu, O. Söylemez ve H. Celal, Akt.).Kültür Bakanlığı.
Zahidullina, D. (2023). Ayaz İshaki’nin edebi yaratıcılığı: Milleti yüceltme/dönüştürme yollarını arama (A. E. Demirkaya, Akt.). Kardeş Kalemler, 199, 33-36.
Zaripova Çetin, Ç. (2023). Ayaz İshaki eserlerinde güncel sorunlar. Kardeş Kalemler, 199, 66-72.