Giriş
“Ben bu yazılarımda 1900-1912 yıllarında Orenburg bölgesi Tatar köylerinde, çocukluğumda görüp büyüdüğüm orta hâlli ailelerin yaşayışına has örf, âdet ve geleneklerimizi anlatıyorum. Yirminci yüzyılda meydana gelen içtimai, siyasi, sosyal çalkantılar; kuşakların değişimine, anne-babalarımızın yaşayış tertibine, inandıklarına, batıl inançlarına, edep ve ahlak kurallarına da çokça yenilikler getirmiştir. Bunların hepsini onaylamak zordur. Bu nedenle gençlere geçmişi hatırlatmanın hiç fena değil, belki faydalı bile olacağını düşünüyorum.”
Süz saluv ‘‘söz kesme”
Aşağıdaki gibi çeşitli sözler, haberler köyün her yerinde dolaşır:
- Falancalar şu falancalara kızlarını istemek için yavçı ‘‘dünürcü, görücü” gönderip süz saluv ‘‘söz kesme” için beklerken istedikleri gibi olmamış, falancalar reddetmiş.
- Falancalar falancanın kızına yavçı ‘‘dünürcü, görücü” göndermiş, süz saluv ‘‘söz kesme” için olumlu cevap almışlar.
Oğullarını evlendirmeye niyet edenler kendilerine uygun gördükleri kişilerin kızlarını istemek için yavçı ‘‘görücü” gönderdiklerini aradaşçı-dimçě ‘‘çöpçatan” vasıtasıyla usulca işittirir, hissettirirler. Aradaşçı-dimçě ‘‘çöpçatan” bu sırrı kızın yakınlarıyla görüştüğünde uygun bir zaman bularak söyler. İşte buna süz saluv ‘‘söz kesme” denir.
Yavçı ‘‘dünürcü, görücü”
Erkek tarafı süz saluv ‘‘söz kesme” için olumlu bir cevap alınca kendi yakınlarından birini, genellikle güzel konuşabilen kişiyi kıza yavçı ‘‘görücü” olarak gönderir. Yavçı ‘‘görücü” ise kız evine herhangi bir zaman gidemez, aradaşçı-dimçě ‘‘çöpçatan” sayesinde konuşulup belirlenen bir günde gider.
Onu güler yüz, tatlı dil ile karşılarlar. Gelmesi şerefine genellikle semaver koyarlar, yemek pişirirler.
Hâl hatır sorulduktan sonra esas mesele hakkında konuşmalar başlar. Yavçı ‘‘görücü” kendisinin nereden ve ne sebeple geldiğini söyler. Delikanlı ile kızın yani müstakbel gelin ve damadın isimlerini yerine iletip kısaltmadan beyan eder.
- Evet, yakın akraba olmayı ümit ederek ilerliyoruz şüphesiz, kabul ediyor musunuz? der.
Bu şekilde başlayıp giden görüşme oldukça uzun bir zaman devam eder. Babanın dilinin ucunda kızını vermek olsa da bunu söylemez. Yavçı ‘‘görücü”nın ilk gelişinde yavlıḳ ‘‘söz hediyesi, yazma, başörtüsü” verilip gönderilmesi hiç de hoş karşılanmaz.
- Bize saygı gösterip hürmet edip geldiğiniz için teşekkür ederiz. Bu konuya ağabeyler kardeşler ile danışıp bakacağız, falanca günde lütfedip tekrar gelirsiniz, tekrar konuşuruz, der kızın babası.
Söylenen gün yavçı ‘‘görücü” ikinci kez gelir. Onu güler yüz, tatlı söz ile karşılar, hürmet gösterirler. Bu toplanmada danışmak için kızın babası ve görücünün yanına bir iki erkeğin katılması da mümkündür. Konuşurlar, danışırlar... Mütevazılık sebebiyle kızın babası pek açılmaz.
- Kızımız genç (on altısı dolup on yedisine giren kız genç sayılmaz), acaba kısa bir süre için bu büyük işi ertelesek mi? Yoksa sizi kendimize uygun kişiler olarak görmesine görüyoruz, der.
Gerçekten de bazen çeşitli sebepler ile ḳız aḳlaşuv ‘‘sözlenme” işinin yarım ya da bir yıl geciktirildiği durumlar olur. Erkek de kız da edeplerini koruyup söz gününü beklerler. Anne-babanın, büyüklerin sözüne karşı gelmek nerede! (Burada zorla damada varmak, zorla evlendirilmek hakkında konuşulmuyor elbette.) Eğer aḳlaşuv ‘‘sözlenme” geciktirilmediyse yavçı ‘‘görücü”nın ikinci gelişinde meher ‘‘mihr” ve yavlıḳ ‘‘yazma, başörtüsü” verme günü belirlenir. Erkek tarafının kıza ne kadar mihr vermek istediğini yavçı ‘‘görücü” önceden bilir. Bunu kız tarafına iletir. Eğer mihr konusunda anlaşma zora girerse o zaman damadın babasının çağırılması mümkündür. Mihr çoğunlukla kıza iki külmeklěk ‘‘elbiselik kumaş parçası”, iki yavlıḳ ‘‘yazma, başörtüsü”, şel ‘‘şal”, birer dış giyim (cilen ‘‘rüzgârlık”), kelüş ‘‘ayakkabı”, nevresim ve çok güzel bir sandıktır. (Kızın küçükken kendi eli ile işlediği eşyalarının koyulduğu sandığı varsa erkek tarafının mihr için sandık almaması da mümkündür. Fakat bu eşyaların olup olmadığını mihr yapılırken kızın babasının söylemesi gerekir.) Düğünü ikramlı geçirmek için durum elverdiğince bal, yarım ya da bir sarıḳ tüşkesě ‘‘koyun eti”, çekçek onı ‘‘lokma gibi yağda pişirilen tatlı için kullanılan un” ve şüphesiz para verilir. Konuşulandan daha fazlasını getirirlerse de lütfetsinler, pek iyi!
Anlaşıp konuşup mihr belirlendikten sonra kızın babası görücüye “Falanca güne lütfediniz, Allah’ın izniyle yavlıḳ ‘‘yazma, başörtüsü’’ vereceğiz” der.
Yavçı ‘‘görücü” üçüncü kez gelişinde sokaktan epey büyük adımlarla geçer. Tek paçasını çıkartır çünkü yavlıḳ ‘‘yazma, baş örtüsü” için söz verilmiştir. Artık iş güvenilirdir. İlk iki gelişinde görücü rahat hissedip cüretkâr davranmaz, paça da çıkartmaz. Olup olmadan paça çıkarıp yürümek uygun değildir.
Yavçı ‘‘görücü” gelince biraz konuşulur. Yavlıḳ ‘‘yazma, başörtüsü” yani söz hediyesi verme merasimine damadın babası da çağırılır. Toplanmaya her iki taraftan üç dört erkek katılır. Kızın annesi ise kocası ile başka bir evde ya da bir örtünün içinde fikir danışır. (Bu, yavçı ‘‘görücü’’ erkek olduğunda böyledir.)
İşte şimdi çok ciddi şekilde, merasim usulüne uygun iki taraf da hep beraber iki gence sonsuz baht, saf muhabbet dileyip kıza aḳlaşuv ‘‘sözlenme” nişanesi olarak hediyeleri verir. Baş yavçı ‘‘baş görücü”ya bit yavlıġı ‘‘yüz havlusu” ya da sölgě ‘‘havlu”, biş parmaḳlı biyeley ‘‘beş parmaklı eldiven”, ḳulyavlıġı ‘‘el mendili” ve namazlık verilir. Yüz mendili baş görücüye, eldiven ile el mendili damada, namazlık damadın anne-babasına diye düşünülerek verilir.
Hediyeler verildikten yani zor ve ciddi iş başarıldıktan sonra resmî konuşmalar biter. Toplanma diğer vaziyetini alır. Yumuşak sözler, şakalı, komik laflar edilir. Sofra yenilenir.
Gençleri sözleyip, yavlıḳ ‘‘yazma, başörtüsü” alıp dönerken yavçı ‘‘görücü” (erkek) övünen, böbürlenen bir hâle bürünür. Hatta sözlenme işareti olan mendili bayrak gibi sallaya sallaya götürür. İşte bakın kızı kaptık!
Ḳolaḳ söyěnçěsě ‘‘müjde”
Erkek, kendisine aḳlaşuv ‘‘sözlenme” haberini ilk getiren müjdeciye para verir. Buna “kulak müjdesi” denir.
Aş kitěrüv ‘‘yemek getirme”
Ḳolaḳ söyěnçěsě ‘‘müjde” verilmesinin üzerinden bir iki gün geçince damadın kız kardeşi ya da ablası sözlenilen kıza yemek götürür. Tertemiz havlulara dürülüp getirilen küçük bohçada oldukça bol yiyecek vardır. Onda ḳoymaḳ ‘‘akıtma”, çekçek ‘‘lokma gibi yağda pişirilen bir tatlı”, pişmiş et ya da etli hamur yemeği ve çilek meyvesi olur.
Yemek götüren kişiye elbette taze gelin, hediyelerinin karşılığını vermeye çalışır. Nefis işlenmiş bir alyapḳıç ‘‘önlük” hediye eder. Yemek götüren kişi burada uzun vakit kalmaz, yiyip içtikten sonra geri döner.
Yaḳınayuv aşları ‘‘yakınlaşma yemekleri”
Damadın babası ve sözlenen kızın babasına baş ḳodalar ‘‘baş dünürler” denir. Baş ḳodalar ‘‘baş dünürler” aynı köyden olurlarsa söz kıyıldıktan beş altı gün sonra birbirlerini davet etmeye başlarlar. Baş ḳoda ile ḳodaġıy, yani kızın babası ve annesini ilk olarak damat tarafı yemeğe çağırır. Ondan sonra diğer baş ḳoda ile ḳodaġıyı, yani damadın babası ve annesini kız tarafı yemeğe çağırır. Bu davetlerde hediye verme alma yoktur. Birbirlerini görmek, tanımak için düzenlenen yemeklerdir.
Meher kitěrüv ‘‘mihr getirme”
Meher ‘‘mihr” genellikle yavçı ‘‘görücü”nın ikinci ya da üçüncü gelişinde kararlaştırılır. O sırada mihrin ne zaman getirileceği de konuşulur. Genellikle söz kıyıldıktan on beş yirmi gün sonra damadın erkek kardeşi ya da yakın arkadaşı süslenmiş atta kıza mihri getirir. Eşyaların tamamı derlenip toplanıp mihr sandığına konur. Et, un, sadece ismi için bile olsa bal (onsuz olmaz), kümeç ‘‘beyaz undan pişirilen yuvarlak ekmek” gibi yiyecekler mümkün olduğu kadar güzel kaplara konup, temiz havlulara dürülüp getirilmeye çalışılır.
Mihr getiren kişi de beklenen kıymetli misafir sayılır. Ona hürmet gösterilir. Ciñgeçe ‘‘yenge, gelini hazırlayan kişi”ye hediye olarak biş barmaklı biyeley ‘‘beş parmaklı eldiven” ve işlenmiş ḳulyavlıġı ‘‘el havlusu” verilir. Delikanlı burada uzun süre kalmaz, eşyaları bırakıp yemek yiyip aynı gün geri döner.
Tuy kilüv ‘‘düğüne gitme”
Kızı istedikten sonra iki tarafta da büyük düğün için hazırlıklar başlar. Nikâh yemeğine bir hafta on gün kala büyük davete çağırmak için kız tarafı damat tarafına mektup gönderir. Mektupta baş ḳoda ‘‘damadın babası” ile kodaġıy ‘‘damadın annesi”ın davete gelmeleri ve kendileri ile diledikleri başka kişileri ḳanat ‘‘refakatçi” edip getirmeleri rica edilir. (Genellikle düğüne yüz yüze konuşarak çağırılır. Mektup ile davet etme, okumuş ailelerde ve evlenecek iki kişi aynı köyde yaşamadığı zamanlarda olur.)
İşte nikâh yemeğine bir gün kala kız tarafına düğüne gidilir. Düğün olacak evin kapısının önüne konukları karşılamak için insanlar toplanır. Arka arkaya koşulmuş ilk atta baş ḳoda ‘‘damadın babası” ve ḳodaġıy ‘‘damadın annesi”; ikinci, üçüncü atlarda damadın babasının davet ettiği yakınları ḳanat ḳodalar ‘‘refakatçi dünürler” vardır. Kızın babasının evine yaklaşınca birinci, ikinci, üçüncü attakiler onları karşılayan insanlara mendile sarılmış çekçek ‘‘lokma gibi yağda pişirilen tatlı” ya da bozuk para (nadiren) atarlar. En arkadan gelen yemek arabasındaki delikanlı hediye atmaz, yiyeceklerin olduğu sandığın üstüne oturarak atı süre süre diğerlerinden geri kalmadan avluya geçer.
Evde kargaşa başlar, düğün zamanı geldi ya elbette!
İkinci gün erkenden yemek hazırlanır. Davet edilen erkekler nikâh yemeği için toplanırlar. Yirmi otuz kişi iki üç sofraya bölünüp beyaz keçelere, elde dokunmuş kilimlere, yorgan serilmiş divanlara ve yerlere daire olup otururlar. Molla, nikâhı kıyar. Nikâh kıyılmadan, aldım-birděmden ‘‘kız isteme” önce kızın rızasını sormak için meclisten iki kişiyi dışarı çıkarırlar. Çıkarlar da pek çabuk geri dönerler. Kapıdan girerken “Kız razı!” derler. Fakat gerçekte rıza sormak için çıkarılan şahitler yereşělgen ḳız ‘‘nişanlı kız”ı görmezler, onun yanına bile gitmezler. Bu aldatma gelenekte çok sık olduğu için bunu sorgulayan ya da başkaldıran da yoktur.
Mecliste nikâh kıyıldıktan sonra sofraya yemek getirilene kadar birne ‘‘çeyiz” hediyeleri verilir. İlk önce baş ḳodaya ‘‘baş dünür” gömleklik; ona ḳanat ‘‘refakatçi” olup gelenlere de gömleklik, sölgě ‘‘havlu”, namazlık gibi eşyalar verirler. Damadın babası ve ḳanat ḳodalar ‘‘refakatçi dünürler” hediyelerini hayvan olarak söyleyip verirler. Yani “geline bizden bir koyun”, “geline bizden bir kaz” derler. “Geline bizden bir inek” diyenler de olur. Daha uzak insanlar (erkek tarafı kişileri), birne ‘‘çeyiz” için şükran bildirip para atarlar. Aynı zamanda gelinin hazırladığı sandık eşyaları, damada olan hediyeleri de sofra halkının önüne gösterilmek için çıkarılır. Damat için olan hediyeler: Elde dokunmuş, yakası püskül örgülü iplikli gömlek, boyuna çizgili pantolon, koyun yününden püsküllü uzun beyaz örtü, çoraplar, mendiller.
Birne ‘‘çeyiz”lerin verilmesi, malların söylenmesi, hediyelerin gösterilmesi bitince sofraya yemek getirilir. İlk önce tahta tabaklar ile toḳmaçlı aş ‘‘et suyunda pişirilen şehriye çorbası” verilir. Kap kacak yetmediği zaman sofra halkı aynı tabaktan yer. Yemekten sonra her sofranın iki üç yerine doğranmış et koyulur. Burada dünürlerin ikramı olan kazlar getirilir. Misafirler kazı yerler. (Genellikle dünürler çift kaz alıp gelir.) Ondan sonra ḳatıḳ ‘‘yoğurt”, ḳort ‘‘kırmızı çökelek”, sözme ‘‘süzme yoğurt”, kızıl ěrěmçěk ‘‘kırmızı lor”, vişne suyu, tura ‘‘Frenk çileği ezilerek hazırlanan yiyecek” gibi şeylerin birkaçı getirilir. Böylesine büyük yemek meclislerinde annenin gündelik yemeklerde kullandığı tereyağı da vardır. Sofra kenarına semaverler konur. Fakat çay yapılıncaya kadar ḳodalar ‘‘dünürler”ın alıp geldiği en kıymetli düğün yemeği, geniş çanakta ballandırılmış çekçek ‘‘lokma gibi yağda pişirilen tatlı”tir. Çekçek’in birazı güzelce kesilir ve misafirler bundan yer. Bu yiyeceklere şükran bildirmek için çanağa para atarlar. Sofraya kümeç ‘‘beyaz undan pişirilen yuvarlak ekmek” getirirler. Kümeç’leri herkes için tek tek hazırlayıp, sonra dilimleyip konukların önüne dağıtırlar. Bu yiyeceklerin hepsini baş ḳoda ‘‘baş dünür” ve ḳanat ḳoda ‘‘refakatçi dünürler”lar beraber alıp gelirler. Çekçek’i “Düğün çekçekleri pek güzel!” diye överler. Çay içmeye başlanır. Çayın yanına mümkün olduğunca hazırlanmış tüm ikramları koyarlar. Her konuğun meher balı ‘‘mihr balı”nın tadına bakması gerekir. Bu yiyecek azar azar sofranın çeşitli yerlerine konur. Onu “bal dersen bir eksilir, parmak batırırsan iki eksilir” diyerek yiyip çay içerler. Ev sahibi ve onun yakınları, misafirleri saygıyla ağırlarlar. Onların hepsi bellerine güzel kemerler ya da havlular bağlarlar. Bu, düğün ağırlamasının bir şartı olarak kabul edilir. Yani kemerleri sıkıp dünürleri ağırlamak, düğün konuklarını ağırlamaktır.
Meclis biter. Erkekler dağılır. Sadece iki tarafın da en yakın akrabaları yemeğe ikinci kez kalır. Onları yeniden ağırlayıp yolcu ederler.
Sonra da yemeğe çağırılan kadınlar toplanır.
Konukların toplanması bitince meclisin başlaması için aḳlaşılġan kız ‘‘nişanlı kız”ı giydirip, süsleyip ciñgeçeyler ‘‘gelini hazırlayan kadınlar, yengeler” ve ablalar eşliğinde misafirlerin önüne getirirler. Kız, çember şeklinde oturmuş bütün misafirleri iki eli ile selamlar. Önce kaynanası ve damadın diğer yakınları ile görüşür. Görüştüğünde kaynanasına, ḳodaça ‘‘dünürün kız kardeşleri”lara hediyeler verir. Hediyeler: ‘‘başörtüsü”, kükrekçe ‘‘göğüslük”, biyeleyler ‘‘eldivenler”, ḳulyavlıḳlar ‘‘el havluları”. Bunlar “görüşme” hediyeleri diye adlandırılır. Görüşmeden sonra sandık eşyaları, damada hazırlanan hediyeler gösterilir. Hediye verme biter. Birne ‘‘çeyiz”i kızın babası paylaştırır. Genellikle baş ḳodaġıy ‘‘damadın annesi”a en büyük hediye külmeklěk ‘‘elbiselik kumaş parçası”; ḳodaçalar ‘‘dünürün kız kardeşleri”a sölgě ‘‘havlu”, baş yavlıġı ‘‘başörtüsü”, namazlık, biyeleyler ‘‘eldivenler” verilir. Damadın annesi ve ḳanat ḳodaça “dünürün refakatçi olarak gelen kız kardeşi” erkeklerin ilan ettiği hayvanları yeniden söylerler. Hayvandan bahsetmeyenler hediyelerini para olarak verirler.
Kadın konukları ağırlama düzeni tıpkı erkeklerinki gibi olur. Yiyecekleri sofraya koyarlar, her yiyeceğin tadına bakarlar. Çekçek için şükran bildirirler, her şey erkeklerin yemek meclisindeki gibidir. Kadın konukların birçoğu, yani iki tarafın en yakınları, yemeğe ikinci kez kalır; sofra yenilenir.
Ḳunaḳ aluv ‘‘konuk alma”
Ḳodalar ‘‘dünürler” ve düğün konukları düğünde dört beş gün dururlar. Onlar her gün ziyafet çekerler. Kızın kardeşleri de ḳodalar ‘‘dünürler”ı konuk alıp ağırlarlar. Sadece yemeğe davet edilmekle kalmazlar, aynı zamanda kendilerini bir gece misafir edip munça ‘‘buharlanarak, ovunarak yıkanılan özel yer, sauna”ya götürürler, hürmet gösterirler. Buna konuk alma denir.
Savım aşı ‘‘sağma aşı”
Düğünden bir gece önce kız tarafında savım aşı ‘‘sağma aşı” düzenlenir. Yemeğe konukları karı koca olarak eşli çağırırlar. Fakat çift olarak gelseler de erkekler bir eve, kadınlar başka bir eve toplanır. Sağma yemeğine her çift ikramı ile gelir. İkramları börtěklě çey ‘‘tahıl çayı” ve ḳır cilek-ciměşler ‘‘yaban meyveleri”idir. Başka çeşit ikram alıp gelinmez. Diğer konuklu yemeklere kıyasla sağma yemeğinde konuklar daha çok olur. Bunun sebebi genç çiftlerin çokluğudur. Ağırlama ve ağırlanma düzeni de bunda daha farklıdır.
Sofradaki konuklara ilk olarak çay yapıp verilir ve böylece sağma çayı içmesi başlar. Bir iki semaver sofra yanında fokurdayıp dururken onlara yedek olarak bir ikisi de avluda kaynayıp durur. Sofrada diğer ikramlara nazaran en çok tavşan kanı gibi kaynatılmış çay ve tarla çilekleri vardır. Yemeğe gelenler de getirdikleri ikramları sofraya koyarlar.
Toplanmanın başından sonuna kadar her iki evde de şakalar yapılır, fıkralar anlatılır, nükteli sözler söylenir. Çay ve kımız misafirlere şarkı söyleye söyleye verilir. Bir şarkı bitince diğeri başlar, eşleşerek söylerler. Koro ile şarkı söylemek yoktur. Daha çok köyde tanınmış müzisyenler söyler. Her iki evde de çokça şarkılar söylenir. Orada düğüne ilişkin şarkılar da vardır.
Ḳoda-ḳodaġıy ‘‘dünürler” ḳodaçalar ‘‘dünürün kız kardeşleri” için söyler:
Atlar kile, ey le, olı cırlav. → Atlar gelir, ey ulu şarkılar
Cidě miken, elle sigězmě? → Yedi mi acaba yoksa sekiz mi?
Ni hörmetler itiym, ey ḳodalar, → Nasıl hürmet edeyim ey dünürler,
Cannarımday kürem min sězni. → Canlarım gibi görüyorum ben sizi.
Sězněñ öçěn le şul ak öyěmněñ → Sizin için o beyaz evimin
İşěklerěn le kiñ açam. → Kapılarını sonuna kadar açarım.
Ḳodaçalar bězněñ asıl zattan, → Kardeşler bizim asıl varlığımızdır,
Ḳodaçalar bězněñ oyalçan. → Kardeşler bizim biraz utangaçtır.
Mecliste düğünle ilgisi olmayan şarkılar da çokça söylenir:
Arıslan da kiyěk ey irkěnde, → Aslanın da yırtıcı hayvanın da açıklarda
Cörěr yalannarı kiñ bula, → Koşacak kırları geniş olur,
Kěşělerge kěşě ey tiñ bula, → İnsan insana denk olur,
Mallar tapmıy ġına kim bula. → Mallar olmazsa eksik olur.
Cil yuḳta da cilběrdiyděr → Rüzgâr yokken de kıpırdanır
Bězněñ baḳça talları → Bizim bahçe dalları,
Běte de ul, tabıla da ul → Biter de bulunur da
Faniy dönye malları → Fani dünya malları.
Ḳoda-ḳodaġıylar ‘‘dünürler” karşılıklı olarak söyler:
---Cir cilegě ciměş cirde çuk, → ---Frenk çileği memlekette çok,
Sězdey kürkem zatlar ilde yuk. → Sizin gibi görkemli kimse yok.
Ey ḳoda-ḳodaġıylar. → Ey dünürler.
Atlar ciksegěz, pardan cigěgěz. → Atları hazırlarsanız çifte koşun.
Çaḳırġannı kötmiy kilěgěz, → Çağırılmayı beklemeden buyurun,
Ey ḳoda-ḳodaġıylar → Ey dünürler.
---Kügerçěnner görliy gěl běrge → ---Güvercinler ötüşür beraber,
Gěl görleşiyk běrge goměrge, → Biz de ömür boyu ötüşelim beraber,
Ey ḳoda-ḳodaġıylar. → Ey dünürler.
---Can ěrědě tatlı süzěgězge → ---Can eridi tatlı sözlerinize,
Reḫmet sıy-hörmetěgězge, → Teşekkürler hürmetinize,
Ey ḳoda-ḳodaġıylar. → Ey dünürler.
Toplanmanın devamında genç erkekler bu evden kadınların toplandığı eve yani kendi eşlerinin yanına giderler. Savım yemeğinde bu ayıp sayılmaz. Hep beraber eğlenip, şarkılar söyleyip ḳubız ‘‘kopuz”, ḳuray ‘‘genellikle boru saplı bitkilerin gövdelerinden yapılan üflemeli müzik aleti” çalıp uzun süre dans ederler. Eğlence durmadan devam eder.
Ay geděr gedeniy. → Ey gedir gedeniy.
Vay geděr gedeniy. → Vay gedir gedeniy.
Geděr-geděr, geděr-geděr. → Gedir-gedir, gedir-gedir.
Geděr-geděr, gedeniy. → Gedir-gedir, gedeniy.
Arış kětěrkesěmě. → Çavdar kitirkesimi.
Boday kětěrkesěmě. → Boday kitirkesimi,
Kětěr-kětěr, kětěr-kětěr. → Kitir-kitir, kitir-kitir.
Kětěr kětěrkesěmě. → Kitir kitirkesimi.
İpiy basasım da bar, → Ekmek yapasım da var,
Ḳazan asasım da bar, → Kazan asasım da var,
Böyěrkeyěme tayanıp → Elim belimde durup
Biyěp alasım da bar. → Oynayasım da var.
Ḳara tavıḳ çirlegen. → Kara tavuk hastalanmış.
Ḳara tavıḳ ḳaz bulmas, → Kara tavuk kaz olmaz,
Utın bětse, yaz bulmas. → Ot büyüyünce bahar olmaz.
Bas-bas, şoma bas. → Bas bas, şoma bas
Şoma basarġa kirek, → Şoma basmak gerek,
Medinekey tuyında → Medinekey bayramında
Küněl açırġa kirek. → Eğlenmek gerek.
Ette-tete, ette-te → Ette tete, ette te,
Sikelte de mikelte, → Sektirme de mektirme de
Cırı bětkeç, ak tütiy → Şarkısı bitince teyzeye
Taḳmaḳ eyte de eyte. → Koşma söyle de söyle.
Eşe dosta söylenir:
Saḳmar suları ġına yarında → Sakmar sularının kenarında
Sanduġaçlar sayrıy talında. → Bülbüller öter dalında.
Avır yullar ciñěl bula iken → Zor yollar kolay olurken
İr-yěgětler bulsa yanıñda → Yiğitler olsun yanında...
Konukların ev sahibine, ev sahibinin konuklara şarkısı:
---Ayday yaḳtı yözěgěz le, → ---Ay gibi aydınlık yüzünüz,
Ay, temlě ḳımızıġız, → Pek nefis kımızınız,
Reḫmet hörmetěgězge le, → Teşekkürler hürmetinize,
Gěl behětlě bulıġız. → Hep bahtlı olunuz.
---Ceyděm kinděr basasın, → ---Yaydım kendir basasın,
Bězněñ hetěr ḳalsa ḳalsın, → Bizim hatırımız kalırsa kalsın,
Sězněñ hetěr ḳalmasın. → Sizin hatrınız bizde kalmasın.
Kız çocuk hakkında şarkı:
Bik vaḳ ḳına yafraḳ ḳına → Pek küçük yapraklar
Baḳçada ḳuvaḳ ḳına, → Bahçede tek tük çalılar,
Ḳız balaġa süz eytmegěz, → Kız çocuğa laf söylenmez,
Ul sězge ḳunaḳ ḳına. → O size sadece misafir.
Bolınnar da ġına al çeçke, → Çayırlarda al çiçek,
Ḳız balaḳay matur běr çeçke, → Kız çocuğu güzel bir çiçek,
Şiñmesěn le iyě ul çeçke → Eğilip solmasın o çiçek
Etkey yortlarınnan kitkeç te. → Baba evinden sonsuza dek.
Kızın annesinin şarkısı:
Sayrıy bılbıl, sayrıy la bılbıl, → Öter bülbül, öter bülbül,
Moñlanır bılbılḳayım, → Hüzünlenir küçük bülbülüm,
Sayrıy ul, özělěp le sayrıy → Öter, şarkı söyleyip öter
Oçırtḳan balakayın. → Uçup gider yavrucağın.
Yaratamın yoldızlarnı, → Seviyorum yıldızları,
Yaratam moñsu aynı, → Seviyorum hüzünlü ayı,
Moñayırmın indě min de → Kaygılanıyorum şimdi ben de
Saġınıp balakaynı. → Özleyip yavrucağımı.
Sağma çayı içme meclis sonuna kadar sürer. Eğlence, şarkı, türkü söyleme sürekli devam eder:
Urmannar da ġına urmannar, → Ormanlar sadece ormanlar,
Urmannarda ġına burannar. → Ormanlarda sadece fırtınalar.
Utḳa-suġa töşerdey çaḳlarda → Ateşe, suya düştüğün zamanlarda
Yolıp ḳala duslar, tuġannar... → Kurtarır dostlar, akrabalar...
Yerde yapılan kolektif danslar henüz geleneğe girmemiştir ama koşma okuyup tek başına dans etmek çok popülerdir:
Töşesěñ de biyěrge, → Başla dans etmeye,
Tayanasıñ böyěrge, → Koy elini beline,
Tuyda, tuyda biyěrge → Düğünde dans etmek
Bik kilěşe biyěmge → Pek yakışır damat annesine.
Ciñgeçeyěm, cingeçey, → Yengeciğim, yengeciğim
Sinnen şiker, minnen çey, → Senden şeker, benden çay,
Ciñgěl bulır çey ěçkeç. → Kolay olur çay içmesi,
Biyěp kiter ḳayınıgeç. → Dans edip gider görümcesi.
Anda çiten alaçıḳ, → Orada kenarda kulübe,
Monda çiten kělettěr, → Burada kenarda kilerdir,
Tuyġa kilgeç parlaşıp, → Düğüne gelince eşleşip,
Biyěrge de kirektěr. → Dans etmek gerektir.
Ḳanat ḳoda kilgenděr, → Kanat dünür gelmiştir,
Ḳırpuv bürěk kiygenděr. → Kürklü şapka giymiştir.
Söykěmlě söyek kěne, → Sadece sevimli kimse
Özděre biyěp kěne. → Dans edip söylemiştir.
Gece yarısı yaklaşınca (savım aşı ‘‘sağma aşı” gündüz yapılmaz), meclis hâlâ devam eder. Sofralara düğün ikramlıkları, çekçek ‘‘lokma gibi yağda pişirilen bir tatlı”, kümeçler ‘‘beyaz undan pişirilen yuvarlak ekmekler” konulur. Konuklar balla dondurulmuş düğün çekçeğini öve öve yerler. Buna şükran bildirmek üzere çanaklara bozuk para atarlar.
Konuklar döndüğünde sofraya toḳmaçlı aş ‘‘et suyunda pişirilen şehriye çorbası”, çorbadan sonra doğranmış et, etin ardından da başka türlü yiyecekler; ḳatıḳ ‘‘yoğurt”, ḳort ‘‘kırmızı çökelek”, vişne suyu getirirler.
Eğlence durmadan devam eder ama avlulara, sokaklara çıkıp dans edilmez, şarkı söylenmez ve gürültü yapılmaz. Eğlence, ikramlar sadece ev içinde olur.
İşte kız tarafı tarafından düzenlenen bu keyifli yeme içme meclisine savım aşı ‘‘sağma aşı” denir.
Kiyev kilüv, kiyev aşı kitěrüv ‘‘damat yemeği getirme”
Kızları görerek evlenme neredeyse yoktur. Bu yüzden yavçılıy ‘‘görücü gönderme” başladığında cesur ve becerikli delikanlılar müstakbel gelinlerini görmenin bir yolunu bulurlar. Çoğunlukla nikâh kıyılıp ilk düğün yemeği verildikten sonra görüşülür.
Ḳodalar ‘‘dünürler” düğünden sonra geri döner. Damat akşamleyin gelir. Onu, kızın erkek kardeşi ya da bir erkek akrabası at ile alır. Kardeşe yani kayınbiradere, enişte çakı hediye eder. Misafiri delikanlılar, gençler karşılar. Damat eve girdiğinde içerideki kapının iki tarafında iki çocuk durur. Bunlar kapı kolu tutucularıdır. Kapı kolu tutucularının biri koşma söyler:
Kěr, ciznekey, tış salḳın, → Gir, enişte, dışarısı soğuk,
“İşěk bavı” běr altın, → “Kapı kolu” bir altın,
Bězněñ apa měñ altın! → Bizim ablamız bin altın!
Koşma biter bitmez taze damat çocuklara küçük paralar verip odaya geçer. Onu karşılayanlar çıkıp gider. Şimdi damadın yanına gelini getirirler, yengeler, ablalar ön tarafta kalır. Kız elini vererek damat ile selamlaşır. İkisi namaz kılarlar. Ondan sonra önceden hazırlanmış sofrada baş başa yemek yerler. Sabaha kadar buraya giren çıkan olmaz. Evin içi önceden toplanmış, süslenmiş; perdeler, çarşaflar serilmiş, yatak döşenmiştir.
Pencerelerin iç perdeleri indirilmiş, dış kapakları kapatılmıştır. Vakit geç olmuştur. Bu gelin ile damadın buluşma âdetidir.
İkinci gün yeni evli çift sabah munça ‘‘buharlanarak, ovunarak yıkanılan özel yer, sauna”dan dönüp çay içsin diye erkenden damat yemeği getirmeye başlarlar. Her iki tarafın yakınları, akrabaları, komşuları, kömeyler ‘‘can dostlar”i, arkadaşları, üç dört gün boyunca damat yemeği: Töçě ḳoymaḳ ‘‘mayasız hamurdan akıtma” ile tebe ‘‘yumurta kavurması”, töçě ḳoymaḳ ‘‘mayasız hamurdan akıtma” ile kaz eti, ḳoymaḳ ‘‘akıtma” yanına biraz koyulan çekçek ‘‘pişi gibi yağda pişirilen bir tatlı” ya da birer çeşit çilek taşırlar. Ḳoymaḳ ‘‘akıtma” olmadan damat yemeği olmaz.
Komşular, kızın dostları, ahiretliği tatlı tatlı yiyecekler ile beraber semaver kaynatıp getirirler. Onlar hakkında: “Damat yemeğine pek önem vermişler, semaverler koyup getirmişler” diye söylerler. Yemek getirenler yemeklerini sofraya koyarlar. Genç çiftin her yemekten yemesi gerekir. Damat yemeği getirenler çayla ağırlanır ve damat ile gelin onlara hediyeler verir. Kız tarafından yemek getirenlere damadın alıp geldiği hediyeler: Kokulu sabun, parfüm, allık, pudra, ayna gibi eşyaların bir ikisi ve biraz para verilir. Damat tarafından yemek getirenlere nakışlı alyapḳıç ‘‘önlük”, biyeley ‘‘eldiven”, ḳulyavlıḳ ‘‘el havlusu”, kükrekçe ‘‘göğüslük” gibi eşyaların bir ikisi ve biraz para verilir. Para, damadın kesesine göre her iki tarafa da verilir, çoğu zaman verilmeyebilir, bu ayıp sayılmaz.
Yemek getirenlerin çok olduğu zamanlarda damadın hediyeleri yetmeden bitebilir. O zaman evden tekrar hediye alıp gelmek doğrudur. Çünkü hediyeler sadece damat yemeği getirenlere değil, ciñgeçeyler ‘‘yengeler, gelini hazırlayan kişiler”e, damadın ablalarına ve baldızlara da bölüştürülür. İlk gece damat yatağını hazırlayan yengeye, ilk sabah kiyev munçası ‘‘damat hamamı”nı yakan kişiye bu eşyalardan pay verilir. Bu zenginlikten ya da malın fazlalığından değildir elbette. Âdet böyle olduğu için mümkün olduğu kadar yerine getirmek gerekir.
Damat gelini ilk ziyaret edişinde dört gece konaklar. Bu üç dört gün içinde bir yemek meclisinde kızın anne-babası ile görüşür. Dedesine, nenesine (gelinin anne-babasına dede nene denir) hediyeler verir. Bu hediyeler baş yavlıġı ‘‘başörtüsü” ve tübetey ‘‘fes benzeri süslü bir erkek şapkası”dir. Gelin ile damat arasında da hatıra hediyeleri (yözěk ‘‘yüzük”, bělezěk ‘‘bilezik”, ḳulbav ‘‘inci mercan bileklik”, ḳulyavlıḳ ‘‘el havlusu”, tübetey ‘‘fes benzeri süslü bir erkek şapkası”) alıp verme âdeti vardır.
Bu, damadın geline ilk kez gelişidir. Bundan sonra her haftanın perşembe gününde çağırılıp ikişer gece konaklayıp gider. Yavaş yavaş sadece haftada bir gün gitmeye başlar. Böylece kayınpederinin evine yaza kadar yani gelin getirilinceye kadar konuk olur. Fakat kız verme, evlendirme, düğün yapma, âdete göre sonbaharın sonuncu ayında, kışa girerken başlar.
Düğünlerde çok sayıda farklı yemek meclisleri düzenlenir. Fakat bu yiyecek ve içeceklerin dolup taşmasından değildir elbette. Yemeği veren kişi de yemeğe gelen misafirler de ekmeğin ve tüm rızıkların tasarrufunu, nasıl hazırlandığını, kadrini çok iyi bilirler. Bal, tereyağı, kımız gibi yiyecekler sofralarda pek sınırlı bulunur.
Çekçek aşı ‘‘çekçek sofrası”
Damat, gelinin evine geldikten sonra kız tarafı çekçek aşı ‘‘lokma gibi yağda pişirilen tatlı” sofrası düzenler. Bu yemeğe konu komşu, iki tarafın soyundan gelen erkekler, delikanlılar çağırılır. Konuklar toplandıktan sonra sofraya toḳmaçlı aş ‘‘et suyunda pişirilen şehriye çorbası”, ondan sonra da doğranmış et koyulur. Genç misafirler çorba, et, ḳatık ‘‘yoğurt”, sözme ‘‘süzme yoğurt” ve ěrěmçěk ‘‘çökelek” yerler. Çay içildikten sonra bala batırılmamış çekçek ya da koştělě ‘‘hamuru küçük parçalara ayırıp yufka haline getirdikten sonra kenarlarına dil şekli verilen bir çeşit Tatar tatlısı” getirilir. Yaşı küçük çocuklar oynaya oynaya çekçek yerler. Çekçek çok fazla yapılır. Ancak kabın içinde bırakmak değil, yemek daha iyidir. Yemek bitmeden kız çekçeği için şükran bildirilir ve sofraya para atılır. Yani sofraya değmiş, oturmuş her genç konuk para verir. Bu paralar yereşělgen kız ‘‘sözlenmiş kız” içindir.
Kiçěktěrělgen tuy ‘‘geciktirilen düğün”
Nikâh yemeği geçince geleneğe göre damadın anne-babası kız tarafındaki düğüne gittikten sonra kızın anne-babasının da damat tarafındaki düğüne gitmesi gerekir. Fakat düğün masraflarının karşılanamaması sebebiyle bu ziyaret çoğunlukla ertelenir. Karşı tarafın kutlamasına ḳız ozat ‘‘kızı damadın evine uğurlamak”tıktan sonra bir iki yıl geçince gidilse de olur. Ayıp sayılmaz.
Ḳırġa çıġuv ‘‘kıra çıkma”
Yaz mevsiminin güzel bir gününde damat, müstakbel gelini alıp gelir. Bugünlerde yeni evleneceklere özellikle ilgi gösterilir. Kız tarafı onları yemeğe çağırır, hürmet gösterir. İki üç gün böyle geçer. İşte bir sonraki gün kız evden ayrılacaktır. Tam o gün, süslenmiş çifte atta damat ile müstakbel gelin ve onların en yakın arkadaşları on on bir kişi hep beraber kıra giderler. Girilmesi yasak olmayan, tabiatın güzel bir yerine varırlar. Çiçekler toplar, yemyeşil, hoş kokulu bitkiler ile at arabasını süslerler. Garmun ‘‘akordeon” ile oynayıp, şakalar, fıkralar ile eğlenip dinlenirler. Az miktarda yemek yiyip kımız içerler.
Gelin ile damada bir ya da iki kişi şu şarkıyı söyler:
Aḳ dulḳınnar uynıy diñgězde, → Ak dalgalar oynuyor denizde,
Aḳ beḫětler těliym min sězge. → Ak bir baht diliyorum ben size.
Par aḳḳoşlar yöze le sularda, → Eş kuğular yüzüyor sularda,
Oḫşatamın sězně şularġa. → Benzetiyorum sizi onlara.
Aḳ dulḳınnar uynıy diñgězde, → Ak dalgalar oynuyor denizde,
Saf mehebbet těliym min sězge. → Saf muhabbet diliyorum ben size.
Par aḳḳoşlar kěběk le ikěgěz, → Eş kuğular gibi ikiniz,
Sürělmesěn mehebbetěgěz. → Eksilmesin sevginiz.
Şarkıya başka şarkı bağlayıp devam eder:
Östěndegě le zeñger külmegěñ → Üstündeki mavi gömleğin
Ḳoyaşlarda ġına uñmasın, → Aydınlıklarda solmasın,
Ḳavışırġa sězge nasıyp buldı, → Kavuşmak size nasip oldu,
Ayırım sězge nasıyp bulmasın. → Ayrılmak nasip olmasın.
Ḳavıştıġız izgě le seġatte, → Kavuştunuz kutsal saatte,
Küzěgěz le küzlerden kitmes, → Gözünüz gözlerden gitmez,
Sěz güzelkeylerněñ arasınnan → Siz güzelliklerin arasından
Doşman tügěl, ciller de ütmes. → Düşman değil, rüzgâr bile geçmez.
Ara sıra karşılıklı dans ederken koşma söylerler:
Bas-bas çiremge → Bas bas çimene
Biyě-biyě digende. → Dans dans denince.
Kěçě ḳoda çiber le, → Küçük dünür güzel elbette,
Ḳaysı kıznı dimlerge?! → Hangi kızı razı etmeli böylece?!
Sonra bu yerden kalkıp şarkılar söyleyerek ıssız yolları gezip pek çok yerde dolanırlar. Böyle yaparak evinden ayrılacak kızı, doğup büyüdüğü, çilek, ot topladığı kırlar, çayırlar ile vedalaştırırlar. Bu başka köye gelin olup gidecek kız için vedalaşma kabul edilir. Fakat evlenecek çift aynı köyden olursa yine de kır gezisine çıkılması gerekir. Âdet böyledir.
At üzerinde gezerken şarkı söylerler:
Eremelerde yörděm min, → Ormanlarda gezdim ben,
Börtěgenner özmeděm. → Böğürtlen kopartmadım.
Bězden ayırılgaçtın da → Bizden ayrıldığında sen
Bik boyıḳma, güzelěm. → Çok üzülme, güzelim.
Süzěn yomşak, yözěñ ḳoyaş, → Sözün zarif, yüzün güneş,
Ḳaşın tuġan ay ġına, → Kaşın doğan ay,
Elle ěncě sibělgenmě → Yoksa inci mi saçtın sen
Kěrfěk aralarıña... → Kirpik aralarına...
Kilěn töşěrüv ‘‘gelin getirme”
Gelin getirme yazın en güzel zamanında, budama bitip ot biçmeye gitmeden önceki bir iki gün içinde gerçekleştirilir. Oğullarını evlendiren anne-babalar kendi aralarında anlaşıp gelin almayı bu günlere denk getirmeye çalışırlar. Bu sayede hem eğlence hem de konuk ağırlama kolay olur diye hesaplarlar.
Gelini en az üç dört koşulu at ile getirirler. Her at, her araba süslenir: Yularlara allı güllü ḳulyavlıḳlar ‘‘el havluları” takılır, boyunduruklarına sölgěler ‘‘havlular” asılır, araba arkasına el işi kilimler koyulur. En öndeki zilli çift atta gelin ile damat ve atı süren kiyev yěgět ‘‘sağdıç, damadın yardımcısı”i, ikinci ve üçüncü atlarda kızı uğurlayan misafirler gelir. Dördüncü olarak gelen atı bir delikanlı çeker. Bu at arabasında kızın eşyalarını koyduğu mihr sandık, minder, yastık, keçe yorgan, askılı kovalar vardır. Araba arkasına küçük bir sandık ya da kutu koyulmuştur. İçinde kızı uğurlayanların yiyecekleri vardır.
Burada en dikkate değer şey şudur: Damat kapıdan girdiğinde güzelce katlanıp dürülmüş olan gelin havlusunu kendilerini karşılamaya gelen kişilerin üzerine atar. İnsanlar gürültü yapıp hediyeyi yakalamaya çalışırlar. Bu sırada çift at, kapı önüne geçip eşik dibinde durur ve gelin, kapı önüne koyulmuş mindere atın üzerinden pek becerikli şekilde atlayıp iner. Kadınlar gelinin etrafını kuşatıp onu eve sokarlar. Geleneğe göre genç gelin beyaz giyinir, başındaki ḳalfaḳ ‘‘Tatar kızlarının başlarına taktıkları küçük süslü şapka” ya da ḳoma çitlě bürěk ‘‘kürk kenarlı başlık” üstünden tül şal ile örtünür veya (pek nadir) tamamen beyaz şal ile örtünür. Yüzü görünmez fakat onun hıçkırarak ağladığı yine de anlaşılır. Ağlamayan gelinler pek azdır. Hatta onları “Adı çıktığı için ağlamıyor” diyerek suçlayanlar da olur. Damat da mümkün olduğu kadar güzel giyinmeye çalışır elbette: Etek ucu püsküllü, yaka bağı saçaklı, iplikli gömlek (gelin hediyesi), gömlek üstünden ḳamzul ‘‘yelek” ya da önü açık kısa cilen ‘‘rüzgârlık” giyer.
Kızı geçirmeye gelen konuklar da kapı dibindeki insanlara, karşılamaya gelenlere, ḳulyavlıḳ ‘‘el havluları”, mendile sarılmış çekçek ‘‘lokma gibi yağda pişirilen tatlı”, biyeley ‘‘eldiven” gibi eşyalar atarak avluya geçerler. Sadece dördüncü attaki delikanlı hediye atmadan eve girer.
Gelin gelen bu evin avlusu da insanlar ile doludur. Bellerine kemerler, havlular sıkıştırmış becerikli ağabeyler mi dersin, kollarını sıvamış yengeler mi dersin, çoluk çocuk, nene-dede mi dersin hepsi buradadır. Gürültü yaparak gelirler, gelin hediyelerini, kızı geçirmeye gelenlerin dağıttığı hediyeleri ve onları yakalayan beceriklileri överler. Çünkü gelin geldiğinde hediye alma, saban tuy ‘‘saban bayramı”larında güreşerek hediye kazanma gibi sayılır. Havlu takan kişi hünerli, becerikli olarak görülür ve köyde çabukluğu duyulur. Zamanına göre bu küçük hediyeler de değerlidir.
Konukların eve gelmesi bittikten sonra kadınlar çarşaf içindeki yeni gelini çay ile ağırlarlar. Çaydan sonra kızı uğurlamaya gelen ciñgeçeyler ‘‘yengeler, gelini hazırlayan kişiler”, ablalar gelinin eşyalarını kayınbabasının evine koyup çıkarlar. Geline görümcesi çikken alyapḳıç ‘‘nakışlı önlük”, kükrekçe ‘‘göğüslük” gibi eşyalar, kayınbiraderi ḳulyavlıḳ ‘‘el havlusu”, perçatka ‘‘eldiven” gibi eşyalar verir.
Gelini uğurlamaya gelen misafirler burada iki üç gün dururlar. Ev sahibi gelin getirme şerefine yemek meclisi düzenler. Yemeğe gider, eğlenirler.
Su yulı kürsetüv ‘‘su yolunu gösterme”
Giyinip süslenmiş, askılı kova takmış bir grup kız, şakalar yapıp eğlenceli sözler söyleye söyleye su yolunu göstermek için gelini pınara götürürler. Gelin başka bir köyden de olsa aynı köyden de olsa bu âdet yapılır. Su yolunu görmeden hiçbiri kalkıp gitmez. Âdet budur. Kızlar su alır. Taze gelin kova da taşımaz, su da getirmez çünkü o hâlâ misafirdir.
Kilěn aşı ‘‘gelin yemeği”
Gelin geldikten bir hafta on gün sonra damadın akrabaları taze gelin adına eve yemek getirirler. Buna kilěn aşı ‘‘gelin yemeği” denir. Gelin aşı tavada pişirilmiş maylı ḳoymaḳ ‘‘tereyağlı akıtma”, kölçe ‘‘pide” ya da etli yemektir. Yemek getiren kişi çabucak, bazen çay bile içmeden geri döner. Hediye verme alma merasimi yapılmaz.
Ělüv ělěp kěrüv ‘‘hediye asıp girmek”
Taze gelin damadın en yakın akrabalarının evine ilk kez gittiğinde eli boş değil, hediye olarak demire havlu asarak girer.
Bebey aşı ‘‘bebek yemeği”
Anne, bebeğini doğurduktan sonra onun ve yeni doğan çocuğun sağlığı şerefine konu komşu, akraba, eş dost yemek getirir. Bebek aşı kölçe ‘‘pide” ve ḳoymaḳ ‘‘akıtma”tır. Yemek getirenler elbette bebeğe sağlık sıhhat, talih diler, eline alıp dilediğince sever ve gönülden kutlar. Genellikle bu ziyaret uzun tutulmaz, kısa sürede geri dönülür.
Bebey tuyı (İsěm tuyı) ‘‘bebek kutlaması (isim kutlaması)”
Bebek doğduktan sonra bir hafta on gün dolduğunda adı konur. Ad verme meclisine bebey tuyı, isěm tuyı ‘‘bebek kutlaması, isim kutlaması” denir. Anne-babalar çocuğa isim koymakta acele ederler. Çocuğa ne kadar çabuk isim verilirse o kadar yüceleceğine inanılır. Bazı kimseler “Çocuk adsız uzun süre durursa onu periler değiş tokuş edebilir” diye inanır.
Bebey tuyı ‘‘bebek kutlaması” için büyük bir yemek meclisi planlanır. Anne-baba, ikramları mümkün olduğu kadar iyi hazırlamaya çalışırlar.
Meclise önce erkekler girer. Burada çocuğa ismi molla verir. İsim koyulunca yemekten önce sofra halkı çocuğun yattığı mindere (çocuğun üstüne) para atar, çocuğu kutlar. Yenip içildikten sonra meclis tamamlanır.
Bundan sonra kadınlar toplanır. Meclis pek eğlenceli başlar. Gelen bir konuk güler yüz ile bebeği eline alıp sever, her biri bebeğe tatlı sözler söyler, onu övüp uzun ömür, talih dilerler. Dünyaya yeni gelen bu kişiye hediyeler verilir. Üstüne yağ serperler, kokulu sabun, el yapımı gömlek, küçücük ḳalfaḳ ‘‘kalpak”, başlıḳ ‘‘şapka”, tübetey ‘‘fes, takke”, ak bilev ‘‘beyaz kuşak” gibi eşyalar verirler. Bu şekilde çocuğu kutlarlar, erkekler meclisine göre daha çok eğlenirler. Şamatalı geçer. Sofraya yemek getirilince anne, bebek kutlaması şerefine ebesine ve en yaşlı kişiye hediyeler verir. Sofralara toḳmaçlı aş ‘‘et suyunda pişirilen şehriye çorbası”, et, ḳatık ‘‘yoğurt”, sütten yapılan başka yiyecekler konur. Sonra çay içilir. Çayın yanında tava yemekleri ve tarla meyveleri bol olur.
Ḳaz ömesě ‘‘kaz imecesi”
Bembeyaz karlar indiğinde ḳaz ömeleri ‘‘kaz kesim imeceleri” başlar.
Kaz tebikmeği ‘‘ekşi hamurdan pişirilen çörekten daha kalın olan yiyecek” ile sabah çayı içildikten sonra imeceye gelen kızlar divana ve sandalyelere dizilerek oturup kaz yolarlar. İş; söylenmemiş, dile getirilmemiş bir yarış gibi yapılır. Burada kimin nasıl kaz yolduğu, nasıl temizlediği gözler kapalı olsa bile görülür. Bu yüzden herkes başarısız olmamak için çalışır: “En temiz kazları çok olsun, aḳ şalḳan ‘‘beyaz şalgam bitkisi” gök gibi olsun. Çırpı gibi olursan sana çıtkırıldım derler.” İşin en alevli zamanında, sabah değil, akşam değil tam iş ortasında erkekler gizlenerek gelirler. Fakat bu rahatsızlık vermez, aksine işi harlayıp eğlenceyi arttırır. Sahibi neşeli bir insansa şarkılar söylenir, danslar edilir. Kızlar alçak sesle birer birer eşleşerek şarkı söylerler. Fakat tüm evde yankılanacak şarkılar söylenmez. Erkekler garmun ‘‘akordeon” alıp gelir (garmunu cübbe altına gizleyip girerler), danslar edilir. Yine de günün büyük bir kısmı iş ile geçer. Şarkılar, danslar iş aralarında, zaman zaman yapılır. İmecenin komik, nükteli sözleri, oyunları, kahkahaları bitmez. Sahibi eğlenceli olursa kızlara delikanlılar ile konuşma, sırlaşma imkânı da verilir.
Akşam, dere yolunda delikanlılar dolaşır. Kızlar kaz yıkamaya iner. Onların ardından bir çocuk ya da imeceye gelmiş bir kız evden dereye kadar yollara kaz tüyleri saçar. Bunun anlamı, tabiri şöyle anlatılır: “Gelecek yıl kaz sürüsünün bir ucu kapı dibinde diğer ucu derede olacak kadar çok sayıda olsun. Patikada bu kaz tüyleri boydan boya yün gibi sıralansın.” Kazlar kesildiğinde eğlenceli koşuşturma başlar, oyunlar oynanır. İmeceye gelen kızlar yeni kesilmiş kazların boyunlarını kaldırıp kanlarını uzak yerlere serpmeye çalışırlar. Kan ne kadar uzak yere serpilirse gelecek yıl kazların o kadar çok olacağına inanılır.
Kazları yıkadıktan sonra dönmek için yemek hazırlanır, imeceye gelenler kaz eti ile ağırlanır. Geri dönecek herkese kaz başı, mide, kanat gibi parçalar verilip gönderilir. Bunlar evdekiler için ikramdır.
Kiç utıruv ‘‘akşam oturması”
Geceler uzadığında kızlar, yeni gelinler birbirine akşam oturmasına giderler. Bu ziyarete el işi, örgü, nakış ile gelinir. Harikulade eğlenceli geçip komik olaylar, fıkralar anlatılır, gece boyunca konuşup, iş işleyip otururlar. Yaptıkları işleri karşılaştırıp birbirlerini överler. Nakışlarına hayran olurlar, bir kömey ‘‘can dost”in Nasıybulla ‘‘nasibi olan kişi” için yaptığı beş parmaklı eldiveni giyip onun hakkında komik sözler söylerler. Ayağa kalkıp güler, oynarlar... Nasipleri hakkında fıkralar anlatırlar.
Uzun bir iş işleme akşamından sonra gelinler, yaşı büyük ablalar geri dönerler. Kızlar ise daha fazla oturmak için kalırlar. Bu avlaḳ öy ‘‘kızların ve erkeklerin bir arada eğlendikleri tenha ev” değildir. Büyüklerin, ev sahiplerinin evde olması gerekir. Onlar çoğunlukla köşe tarafta ya da başka bir evde dinlenirler. Oturmaya gelenleri rahatsız etmezler. Ev sahipleri bir yere gittiği zaman evin reisi olarak evde sadece bir nene kalınca kızların akşam oturması daha da komik, şakalı, şarkılı türkülü, şamatalı geçer.
Pencere dibine usulca delikanlılar gelir. Onların usulca gelişini içerideki kızlar hemen sezer. Bir delikanlı pencere pervazını aralayıp evin içindekilere bakar. Onu tanıyan kız pencereden aşağı delikanlıya ayna gösterir. Bu “yüzüm senin için aydınlandı” demektir. Fakat tanımadıkları, önceden bilip görmedikleri erkeğe ayna göstermezler.
Beğenmediklerine de ayna göstermezler. Küçük ayna kızlar arasında elden ele dolaşır. Yani görülen, sevilen erkeklere pencereden ayna parlatılır. Ses çıkartmadan sadece ağız, dudak, yüz ve göz hareketleri ile konuşurlar. Akşam oturması yapanların yanına erkeklerin girmesi âdette yoktur. Çünkü bu, avlaḳ öy ‘‘kızların ve erkeklerin bir arada eğlendikleri tenha ev” değildir.
Burada toplanma, eğlenip oturma, iş işleme elbette şarkısız geçmez. Genellikle yaşça büyük yalnız nenede ya da erkek olmayan bir evdeki akşam oturmasında şarkı söylenir, iş aralarında şiir okunur.
Ḳarlıġaçḳay ḳara, muyını ala, → Kırlangıç bakar, boyun alır,
Havalarġa měněp yul ala, → Gökyüzüne çıkıp yol alır,
Behětlěkey bala ilde ḳala, → Bahtlı çocuk memleketinde kalır,
Behětsězě kitěp yuġala. → Bahtsız olan gidip kaybolur.
Citěn matur üzěněñ cirěnde, → Pamuk kendi güzel yerinde,
Ciken matur la üz külěnde, → Su kamışı kendi güzel gölünde,
Beḫětě gěne bulġan balalar → Bahtı olan çocuklar
Cöriy le şul tuġan ilěnde. → Yaşar doğduğu memleketinde.
***
Cey de yeşěl, ḳış da yeşěl → Yazın da yeşil, kışın da yeşil
Arış basuḳayları, → Çavdar tarlaları,
Bılbıl tal tibretken kěběk → Bülbülün dal titretir gibi
Ayaḳ basuḳayları. → Ayak basmaları
Yılmayuvı, küz ḳaraşı → Gülüşü, bakışı
İrkeliděr yörekně, → Nazlıdır yüreği,
Anı ġına söye canım → Yalnız onu sever canım,
Başḳa běrkěm kirekmi? → Başka biri gerek mi?
Beylim elě aḳ biyeley, → Düğümleyeyim şimdi ak eldiven,
Bülek itsem, kiyersěñ, → Hediye etsem, giyersin,
Meḫebbetěñ saf, nıḳ bulsa, → Sevgin saf, sağlam olursa,
Sürělmiyçe söyersěñ. → Hiç eksilmeden seversin.
***
Alanda ġına alsuv çeçke. → Ormanda sadece pembe çiçek,
Çeçěleběz üsěp citkeç te. → Saçılırız büyüyünce,
Çeçělmes te iděk, ay, běz běr de, → Saçılmayabilirdik biz de,
Şulay yazılmasa tekdiyrde. → Böyle yazmasa kaderde.
Biyěk tavnıñ ġına başlarında → Büyük dağın başlarında
Balanḳaylar ězliy pak cirně, → Geyikler arar saf yeri,
Tekdiyr kalemnerě bězde bulsa, → Kader kalemi bizde olsa,
Běz nişletmez iděk tekdiyrně! → Biz yapamazdık takdiri!
***
Ay yaḳtısı bigrek yaḳtı → Ay ışığı en büyük ışık
Utırıp mercen tězerge, → Oturup mercan dizmek için,
Kürkem sabırlıḳlar kirek → Muhteşem bir sabır gerek
Saġınġanda tüzerge. → Özleme dayanmak için.
Ap-ak ḳayın-yalġız ḳayın → Bembeyaz kayın, yalnız kayın
Tirbele basuvlarda, → Sallanır tarlalarda,
Mině tik sin töşěresěñ → Beni bir tek sen düşürürsün
Běr utḳa, běr sularġa → Bir ateşe, bir sulara.
***
Těrezege kilgensěñ, → Pencereye gelmişsin,
Bürkěñ basıp kiygensěñ → Burkanı alıp giymişsin.
Basıp kiyseñ de tanıym → Giysen de seni tanırım
Çıġarġa ḫeyle tapmıym → Çıkarman için hile yapmam.
Ay duslarım, → Ey dostlarım,
Apalarım, ḳızlarım, → Ablalarım, kızlarım,
Terezeden ay ḳarıy, → Pencereden ay bakar,
Ḳaytıp kitsek te yarıy → Geri dönsek de yarar.
Urnaş pěşěrüv ‘‘tenha evde yemek pişirme”
Tenha bir evde yemek pişirme kışın uzun gecelerinde yapılır. Bu işi düzenleyen bir iki kız yemeğin nerede pişirileceği ve aralarında topladıkları parayla neler almak gerektiği konusunda dostları ile konuşur.
Yemeğe katılanlar genellikle gelirken yiyecek içecek getirir: biraz et, birer çanak un, yumurta, tereyağı, konuşulduğu kadar para (çoğu zaman para toplanmaz ya da çok az toplanır). Bu erzaklar yemek pişirmek için belirlenen eve sabahtan akşama kadar getirilir. Akşama doğru yemeğe katılacaklar gelir. Hep beraber pişirip ziyafet sofrası hazırlamaya girişilir. Yiyecekler içecekler hazırlandığında ev içi şamata başlar: Kızlar oynar, güler, şarkılar söyler.
Ateş biraz geçince yemekler de hazır olur, toplanan para ile alınan şeker ya da şekerlemeler de sofraya konur.
Burada da delikanlılar pencere dibine gelmeden olmaz. İçeri alınırlar ve kızlar ile beraber pilmenlě aş ‘‘mantı çorbası”ı, yani toplantının ilk yemeğini yerler. Pilmenlě aş’ı yerken en dikkate değer kısım şudur: Deneme sınama mantıları kimlere çıkacak? Misafirler hiç saklamadan o mantıları göstermek zorundadır. Fakat tabakta böyle mantılar pek çoktur. Şanslı kişiye tamamen hamurdan yapılmış mantı, temiz gönüllüye undan yapılmış, tahsilliye kâğıttan, arıcıya, zengin olacak kişiye tahta gibi sert birkaç bezelyeden yapılmış mantılar çıkar. Acı dilliye tamamen soğan, kötü gönüllüye tamamen biber atılıp yapılmış mantılar çıkar. Hamur mantı da un mantı da diğerleri de teker teker çıkar, onları gösterirler. Sadece soğanlı ve biberli mantılar hiç kimseye “çıkmaz”. Çünkü hiç kimse acı dilli, kötü gönüllü olmak istemez. Fakat kimin gözü yaşarırsa bunlarla bağlantı kurarlar: “Soğanlı mantı sana çıkmış, sen göstermeden yutmuşsun!”, “Biberli mantı sana çıkmış, sen göstermeden yutmuşsun!”.
Toplantıda şeker, şekerleme olduğunda çay da içilir.
Gençler çeşitli oyunlar oynarlar. Şiire ya da erkekler alıp gelirse garmun ‘‘akordeon”a eşlik ederler. Şarkılar söylenir, danslar edilir. Fakat erkeklerin uygun bir zamanda çıkıp gitmesi gerekir. Onlar büyüklere sezdirmeden kaçıp giderler.
Erkekler çıkıp gider, kızlar oturmaya devam eder. Yanlarında getirdikleri el işlerini yaparlar. Eğlence devam eder. Uyumak için yattıklarında birbirlerine masal anlatır, bilmece sorarlar.
Avlaḳ öyde ‘‘kızların ve erkeklerin beraber eğlendikleri tenha ev”
Kışın anne-babalar başka köye misafirliğe gittiğinde evde çoluk çocuğa göz kulak olmak için neneler ve dedeler kalır, gençler de fırsattan istifade edip avlaḳ öy ‘‘tenha ev” meclisi düzenlerler.
Avlaḳ öy ‘‘tenha ev”e gelen kızların (onları misafirliğe giden kişinin, yani ev sahibinin kızı çağırır) hepsi de el işlerini getirir. El işi ile beraber oyunlar, eğlenceler, şarkılar başlar:
Par samavır- sigěz ayaḳ → Çift semaver, sekiz ayak.
Ḳaynır miçallarında, → Kaynar ocaklarda,
Küněl açıyk elě, duslar, → Eğleniyoruz şimdi dostlar,
Běrge kilgen çaġında... → Bir arada olduğumuzda...
***
Aġım suda aġıp kile → Akıntı akıp gider
Yeşěl tal ḳayırısı → Yeşil dal koparması,
Ḳarlıġaçḳa misal kilgen → Kırlangıca örnek olur
Kaşıñnıñ ayırısı → Kaşının arası.
Kiygen külmekkeyěñ aḳtır, → Giydiğin gömlek aktır,
Ḳaptırma bělen ḳaptır, → Kopça ile taktır,
Işanmasañ, fallar açtır, → İnanmasan da fallar açtır,
Miněm söyüvěm ḫaḳtır. → Benim sevmem haktır.
***
Bězněñ duslar al kiysěn, → Bizim dostlar al giysin,
Bězněñ duslar göl kiysěn → Bizim dostlar gül giysin
Bizge bulası yar tügěl, → Bize uygun yâr yok,
Soḳlanıġız, küz tiysěn. → Âşık oluruz, göz değsin.
Alyapḳıçım ḳıskarak, → Önlüğüm daha kısa,
Ḳısḳaraḳ ta ḳısmaraḳ → Daha kısa daha da kısaltma
Ěç sěrěmně ala yazdı → İçimdeki sırrı ala yazdı
Běllerěmnen ḳoçḳalap Bellerimden sara sara.
İçerde kızlar şarkı söyleyip gürültü yaparken dışarda pencerenin dibine gelen delikanlılar eve girme zamanını bekler. İlk önce avlaḳ öy ‘‘tenha ev”e sadece bir iki delikanlı girer. Çünkü evi korumak için kalan nene sadece konu komşu ya da eş dost olan erkeklerin girmesine izin verir. Bir ikisi girince hemen evin içi kızlar ve erkekler ile dolar. Oynamak, dans etmek, şarkı söylemek için evin reisi olarak kalan kişiden müsaade istenir, izin alınır.
El işleri bir tarafa bırakılır, oynama, şarkı söyleme başlar, ḳubız ‘‘kopuz”, ḳuray ‘‘genellikle boru saplı bitkilerin gövdelerinden yapılan üflemeli müzik aleti” ya da garmun ‘‘akordeon” eşliğinde dans ederler. Bir yandan da koşma söylenir.
İy neveliy, neveliy, → Ey Neveli, Neveli
Enkesě ipiy eveliy, → Annesi ekmek eveler,
Kızı talḳan bolġata, → Kızı çorba karıştırır,
Çulpıların çıñlata. → Pullarını şıngırdatır.
Garmun niler dip eyte? → Garmun ne deyip söyler?
Özěp biyě, dip eyte. → Kalkıp dans et diye söyler.
Geděr-geděr, geděr gět → Gedir gedir, gedir git
Özěp biyüv bu yěgět... → Kalkıp dans etsin bu yiğit...
Oyunlar burada çoktur. Severek uzun süre oynadıkları: Arka çabışlı, Yözěk alışlı vardır. Erkekler henüz gelmediğinde kızlar Běz bězlě, Kürke, Ḳaděrlě ḳodaġıy’ ya da Ḳaděrlě kiyev gibi muzip oyunlar oynarlar.
Dizilerek oturup karşılıklı şarkı söylerler:
Yěgětler: Bězde ḳızlar, ay, çiberler, → Erkekler: Bizim kızlar, ey güzeller,
Alaçadan kiygenner, → Alaca renkli giyinmişler,
Uynamıylar da kölmiyler, → Hem oynamazlar hem gülmezler,
Elle nige kilgenner. → Acaba neden gelmişler?
Ḳızlar: Tula oyıġın ḳaralġan, → Kızlar: Dokuma çorabın kararmış,
Yuvdır enkeñe birěp. → Yıkattır annene verip.
Kükten töşěp kilmegensěz. → Gökten inip gelmediniz,
Tormaġız bězden kölěp. → Durmayız size gülüp.
Yěgětler: Bězde ḳızlar şul çaḳlı şul, → Erkekler: Bizim kızlarımız öyle ki,
Aḳılları tav çaḳlı, → Akılları dağ kadar
Kiç utırıp saġız çeyniy → Akşam oturup sakız çiğner
Tön urtasına çaḳlı. → Gece yarısına kadar.
Ḳızlar: Süsler ělděm le ḳabaġa, → Kızlar: Elyaflar astım kabağa
Yasarġa dip tereşlě, → Yapmak için lifli,
At tuġarıp cige bělmiy, → At koşmayı bilmez ama
Üzě saylıy keleşně. → Kendi seçer gelini.
Yěgětler: Cilběr-cilběr cil ise şul → Erkekler: Püfür püfür rüzgâr eser,
Aġaç başların kise → Ağaç başlarını keser,
Apası öçěn kayġırmıybız → Ablası için kaygılanmayız,
Sěñěllerě taġı üse. → Kardeşleri büyümeye devam eder.
Ḳızlar: Satmaġan, almaġan cěgět → Kızlar: Satmamış, almamış yiğit
Kön de bazarġa barġan, → Her gün pazara uğramış,
Ḳart ebisěne ışanıp → Yaşlı nenesine güvenip
Uraġı karġa kalġan. → Orağını kara bırakmış.
Zaman zaman övgülü şarkıları da karşılıklı söylerler:
Yěgětler: İsěm kitep ḳarap toram → Erkekler: Aklım gider, bakar dururum
Küktegě yoldızlarġa, → Gökteki yıldızlara,
Almalar da matur bula → Elmalar güzel olur ama
Citmiy bězněn ḳızlarġa → Yaklaşamaz bizim kızlara.
Ḳızlar:Bělezěkkeyěm uralġan → Kızlar: Bilekliğim dolanmış
Seġat çılbırlarına, → Saat zincirlerine,
Nindiy cırlar cırlıym iken → Hangi şarkıyı söyleyeyim
Seḫre bılbıllarına → Çöl bülbüllerine.
Genellikle de muzip şarkılar söylemeyi, koşma okumayı, dans etmeyi severler:
Çabataġa çuḳ taḳmıylar, → Çarığa püskül takılmaz,
Kiye-kiye çuḳlana, → Giye giye püsküllenir,
Çiber ḳızlar kite tora, → Güzel kızlar gidiyor,
Çiber yěgět, yoḳlama. → Yakışıklı yiğit uyuma!
Kül buyında külege cuk → Göl kenarında gölge yok
Tirekler üsmegenner. → Ağaçlar büyümemişler.
Pěçenně taḳır çapmıylar → Otu düzgün biçmiyor
Uñmaġan, pěşmegenner. → Yeteneksizler, olmamışlar.
Aġıla bolıt, aġıla, → Dökül bulut, dökül,
Aġılsın da avışsın, → Dökül de yığılsın,
Cěběgenner ḳalıp torsın, → Beceriksizler kalsın,
İkě uñġan ḳavışsın. → İki yetenekli kavuşsun.
Alyapḳıç bavı salınḳı → Önlük bağını açın,
Çişělěp kiter elě, → Çözülüp gitsin şimdi,
Artınnan pır tuza bara → Sonra tarumar eder
Beylegen költelerě. → Bağlanmış demetleri.
Avlaḳ öy ‘‘tenha ev”de birbirinin zekâsını ve açıkgözlülüğünü sınamak için bilmece sorulur. Fıkralar ve kısa masallar anlatılır. Dizilip oturdukları zaman bilmece sorulur. Fıkralar söz arasında kendi kendine çıkar. Masallar ise uyuyacakları zaman anlatılır. Avlaḳ öy ‘‘tenha ev”de toplanmış kızların hepsi yatıya kalır. Erkekler gece kalamazlar, kendi zamanlarını bilerek ışık sönmeden önce çıkıp giderler.
Utırmaġa baruv ‘‘misafirliğe gitme”
Utırmaġa baruv ‘‘misafirliğe gitme”lar kış aylarında başlar. Kızlar, bu gezmelere ikram ile giderler. Gelen kızın şerefine ev sahibi yemek meclisi düzenler. Fakat yemeğe sadece kızlar ve yeni gelinler çağırılır. Öyle olsa bile gizlice girmiş, yüzüne pudra sürmüş, kızlar gibi giyinip kuşanmış bir erkek bu yemek meclisinde olur. O, başka köyden oturmaya gelmiş olan kızı görmeyi, gözlemeyi diler ve sofrada misafir kızın yakınında “kedi” gibi oturur.
İkramlar, ikramlıklar, kızın getirdiği yemekler, bunların hepsi yetişkinlerin yemek toplantılarında olduğu gibidir.
Başka köyden gelen kız on beş gün ya da tahminî bir ay misafir olarak kalır. Eğer aynı köyden olursa bir hafta on gün oturup gider. Konuğu bütün kızlar yemeğe, çaya çağırırlar, geç saate kadar oturmaya, gecelemeye götürürler. Misafir kız pek çok el işi ile gelir. Gündüz de gece de süs eğirir, nakış işler, deste bağlar. Onu denemeye çalışırlar, bu yüzden o da mütevazı, edepli olmaya çalışır (bu konuda anekdotlar da vardır), giyim kuşamı da mümkün olduğu kadar güzel ve mazbuttur. Fakat yetişkinler, konuğu ziyarete gittiklerinde misafir kız başka birinden ödünç bir kıyafet isteyebilir. Hiç olmazsa bilezik, yüzük, çulpı “saç pulu”, çeçḳap “kumaş başlık”, sırġa “küpe” gibi eşyaları yakın arkadaşından alır. “Komşu gönderse misafire varırdık” denilen söz bu zamanlarda söylenmiştir, ihtimal.
Uram urav “sokağı dolaşma”
Tatar gençleri arasında çok eskiden beri uram urav “sokağı dolaşma” âdeti vardır. Fakat bu âdet Ekim Devrimi’nden sonra git gide değişir ve bitme derecesine gelir.
İlkbahar mı, sonbahar mı, yaz mı, kış mı, rüzgâr yağmur mu, kar fırtına mı demeden her gece karanlık çökünce delikanlılar garmun “akordeon” çalıp, şarkılar söyleyip sokak boyunca yürür, sokağı kaplarlar. Topluluktaki dört beş erkekten biri, çok kişilerse ikisi garmuna katılıp şarkı söylemeye başlar.
Atlarımnı ciktěm, çıġıp kittěm, → Atlarımı koştum, çıkıp gittim,
Urarġa dip le basuv türlerěn, → Sokağa deyip de tarlanın ücrasına,
Turıġızda yörděm, ḳapḳaġızġa kilděm → Doğrunuzda yürüdüm, kapınıza geldim
Üzěñně le şul haman kürmeděm. → Seni orada görmedim.
Ḳışlav göller çeçke atayken → Kışın güller çiçeklenirmiş
Aḳ bělegěn měnder itěp → Beyaz bileğini minder yapıp
Canıyım yoḳlap yatayken. → Sevgilim yatıp uyurmuş.
Medinekey tutaş, ay ḳalem ḳaş, → Ey Medine Hanım, ey kalem kaş,
Uramnarġa la çaḳmıy yalanbaş. → Sokaklara çıkmaz çıplak baş.
Uyları da avır miken, ciñgěl miken? → Düşünceleri ağır mı acaba yoksa hafif mi?
Sızılıp ḳınay kitken ḳara ḳaş. → Bir görünüp gitmiş kara kaş.
Ḳışlav göller çeçke atayken → Kışın güller çiçeklenirmiş
Aḳ bělegěn měnder itěp → Beyaz bileğini minder yapıp
Canıyım yalġız yatayken → Sevgilim yalnız yatarmış.
Genç delikanlıların muzip, şakacı şarkılar söylemesine de çok şaşırmamalı:
İkleme, abzıy, ḳapḳañnı, → Kapatma ağabey kapını,
Tiběp açmabız elě. → Tepip açmayız ya.
Yeşěrme, abzıy, ḳızıñnı, → Saklama ağabey kızını,
Urlap kaçmabız elě. → Alıp kaçmayız ya.
Abzıy arbañ şıġır-şıġır, → Ağabey araban gıcır gıcır,
Ḳabıḳ melle, tuz melle? → Kabuk mu acaba, elbise mi?
Ayġa-könge kürsetmiysěñ → Aya, güneşe göstermezsin,
Sinde gěne ḳız melle?! → Yalnızca tek kız sende mi?!
Topluluğa yeni gençler gelip katılır. Grup büyür. O zaman bir yerde durup garmun çalıp, şiir okuyup dans ederler, şamatalı olur.
Eyli çabata, → Ahlı çarık,
Çitěk tügěl ayaḳta. → Çizme değil ayakta.
Biy bělseñ çabata → Dans etmeyi bilirsen çarık
Şap ta şap şapıldata. → Şak şak diye şakırda.
Eyli běz elě, → Ahlı biziz şimdi,
Bězge beylenme elě. Bize bağlanma.
Beyleněrsěñ arırsıñ, → Bağlanırsan yorulursun,
Mesḫerege kalırsıñ. → Hor görülür durursun.
Eyli běz elě, → Ahlı biziz şimdi,
Baskan sayın öz elě → Ezmiş her yüreği
Yarın kürmiy kiçe tüzděñ → Sevgilini görmeden geceye katlandın,
Bugěnge de tüz elě. → Bugüne de katlan şimdi.
Tekrar garmun çalıp yürürler, dans edip devam ederler.
Taşuv ḳarav ‘‘taşkın izleme”
Taşkın seller akmaktadır. Akşamleyin bir bakarsan su kıyısı kalabalık bir halk ile doludur: Her yerde saman yığınlarını ateşe verip suya atarlar, gider de gider yanan saman yığınları, mavimtrak duman direği dikip ihtiyarlar yılın gelişini yorumlamak üzere taşkının ne kadar güzel olduğunu, karların, buzların harekete geçip geçmediğini gözlerler. Sahil boyunca delikanlılar yalın ayak koşuşur. Orta yaşlı köylüler de zıpkınla su kenarına çıkıp kütükler, tahta parçaları, ağaçlar mağaçlar akıp gelmez mi, buz üstüne oturup korkak tavşanlar gelmez mi diye diye gözlerler, beklerler. Derenin kıvrım yapıp aktığı yerinde gençler oynar. Burada bile oyun da oyun! Yaşlı kadınlar burada oyunları seyreder, gençlere göz kulak olurlar.
Su bastığında kızların sevdiği oyunlar: Kötüvçělě, Alam-alam, alam ḳoş, Ḫan Yulı, Aḳ Tirek ve bunlar gibi koşturup hareket ettikleri oyunlardır. Erkekler ise büyük bir topu yuvarlayıp Yomırḳalı, Aḳçalı oyunlarını oynamayı severler. Kızlar tabii bu oyunlara razı olmazlar. Cesur erkekler kız oyununa da katılır, kızlar ile beraber de oynarlar. Oyunlar her nedense kız oyunu, erkek oyunu diye ayrılmıştır. Garmun “akordeon” olduğunda garmuncunun çevresine toplanıp dans ederler. Erkekler teker teker çıkıp dans eder, kızlardan ise dans edenler azdır. Onlar sadece insanlar çok fazla üsteleyip ısrar ettiklerinde dans ederler. Dans edenleri çok fazla överler ama el çırpıp alkışlamazlar. Öyle bir âdet yoktur.
Doğanın kucağındaki eğlenceler çok çabuk biter. Anne-babalar kızlarını, oğullarını sadece çok az bir süre için serbest bırakırlar.
Kinděr tuḳmaḳlav ‘‘kendir tokmaklama”
Kar üstüne yayılmış elde dokunan kendirleri toplayabilmek için uzun zaman geçer, karlar biter, sel taşkını gider. Böylece kinděr tuḳmaḳlav “kendir tokmaklama” zamanı yaklaşır.
Kızlar, yeni gelinler bir araya toplanıp kendir tokmaklarlar. Tokmakladıktan sonra yıpranmış kendirleri tahtalara kat kat sererler, onun etrafına dört ya da sekiz kız oturur. Onların arasından biri “Başladık!” deyince ayar çekip ellerindeki tokmaklar ile vurmaya başlarlar. Usta tokmakçılar olduğunda ister dört ister sekiz tokmak işi olsun, gecenin temiz, serin havasında olağanüstü güzel ritimli bir düzen oluştururlar. Bir uçtan işitilen şevkli kendir tokmaklama sesi diğer uçta ritim olur. Köyün herhangi bir yerindeki kendir dokumacılar durduğunda sanki onlara cevap verir gibi ikinci yerdekiler tokmaklamaya başlar. “Hepsini de yendik” deyip diğerleri daha dokumadan üçüncü yerdekiler güzelce tıkırdatıp giderler.
Kendir dokuyanlara bakmak için çoluk çocuk, genç yaşlı toplanır. Erkekler de uğrar ama bu işe pek seyrek katılırlar, sadece etrafta dolaşırlar. Böylece kızları görmek, onlar ile bir iki laf etme şansına erişirler.
Tokmaklayınca, dövünce kendir yumuşar, parıldar. Bu iş külmek “elbise”, alyapḳıç “önlük” gibi eşyaları dikmek için düzenlenir. Bunun için düzenlense de burada hevesli gençler hep beraber toplanıp eğlenir, az da olsa keyiflenir. Birbirlerini görüp konuşmak da onları heveslendirir. Kendir tokmaklama işi akşamleyin, güneş batar batmaz yapılır.
Ḳarġa botḳası ‘‘karga lapası”
İlkbaharda dağlar kardan açılmaya başladığında köyün delikanlıları on beş yirmi gün içinde kendi hayvanlarını kırda güderler. Buna mal kötüv “hayvan gütmek” denir. Bahardaki ekim zamanı yaklaşınca bu iş için çoban tutulur, ondan sonra deminki delikanlılar ḳarġa botḳası “karga lapası” pişirirler. Kendilerince hizmet bayramı düzenlerler.
Hayvan güden delikanlılar kendi aralarında para toplayıp tarı yarması “darı bulguru”, it “et”, ḳazılıḳ “sucuk”, yomırḳa “yumurta” alırlar. İneklerini, koyunlarını güdecek çocukları olmayanlar bu hayvan güden çocukları ödüllendirirler: İt “et”, ḳazılıḳ “sucuk”, kükey “yumurta” gibi yiyecekler verirler. Çünkü bu kişilerin hayvanlarını da bu delikanlılar gütmüştür.
Yiyecek içeceklerini ata yükleyip kıra giderler. Kar sularının aktığı güzel bir göl kenarında ocak yakarlar. Delikanlılar, itlě tarı botḳası “etli darı pilavı”, kükey “yumurta” pişirir, yiyecek içecek hazırlarlar.
Yemekler pişip hazır olunca çocuklar ilk önce pilavı yiyip pilavlı kaşığı yukarı kaldırıp “kar kar” diye bağırarak etrafta koştururlar. Dönüp geldiklerinde sofraya oturup yemeklerini yerler. Yeniden “kar kar” diye bağrışırlar. Gün sıcak, hava güneşlidir. Çobanın torbaları sırtından düşer, yamalı kıyafetlerini çıkartıp çarıklarını fırlatır. Sadece gömlekle yalın ayak şarkı söyler, koşuşturup oynarlar, çok nadir olduğu için olağanüstü keyifli ve huzurlu geçer.
Çocukların severek oynadıkları oyunlar: Tübetey Alışlı, Ḳuyanlı, Çoḳır Tuplı, Tayaḳ Tökěş ve diğerleridir.
Yetişkin olmuş ve büyümüş kızlar ise ḳarġa botḳası “karga lapası”nı aynı günlerde köyde bir evde pişirirler. Kızlar kendi aralarında para toplayıp yiyeceklerin bir kısmını gün doğumu için hazırlarlar. İlk çayda sırlıḳay “üstü çizilerek pişirilen tatlı çörek”, ḳoymaḳ “akıtma”, kölçe “pide” ve başka yiyecekler olsa da gündüzki ve geceki sofralarda bu yemeklerin yanında itlě tarı botḳası “etli darı pilavı” olmadan olmaz.
Sabahki, geceki yiyeceklerden sonra giyinmiş, süslenmiş bezenmiş kızlar oynamak için dağa çıkarlar. Orada onlar koşuşarak şiirli oyunlar oynarlar. Baharın güneşli gününde, yemyeşil dağ eteklerinde oynamak, bayram yapmak çok eğlenceli olur!
Karga lapası bu günlerde köyün birçok yerinde (birçok evde) yapılır. Bu köy kızları kendileri için bir bayram düzenler, karga lapası pişirirler. Bu bayramın her birinde insan çok olur, bayram kendine has ve neşeli geçer. Burada erkekler olmaz. Onlar kızlar ile karga lapası pişirmezler. Gelenekte yoktur.
Akşam yemeğinden sonra kızlar oyun oynamaz, evlerine giderler.
Karga lapasına kimi kızlar katılamazlar. Çünkü yoksulluktan dolayı bayram kazanı için yiyecek içecek getiremezler!
Orlıḳ aşlıġı çıġaruv ‘‘tohum çıkarma”
Saman sepetini eline ip ile asan rençber buğday eker. Onu üç dört çocuğu takip eder. Rençber sepetten avcuna tohum alıp sağa sola her serptiğinde buğday tohumları ile beraber bembeyaz yumurtalar yuvarlanır. Çocuklar onları hızlı hızlı toplarlar. Bu gelenek ilkbaharın ilk günü yapılır. Ona “tohum çıkarma” denir. Rençber, çocuklarına “Bizim buğday iyi büyür, onun her tanesi şu tavuk yumurtası büyüklüğünde olur”, der. Çocuklar sevinir. Annelerinin buğday tohumunun içine pişmiş yumurta attığı onların aklına gelmez.
Çeçüv bětěrěp kaytuv ‘‘ekimi bitirip dönme”
Saban ekimini bitirip dönen kişilere kapının arkasına saklanan kızlar kova kova su serperler. Dönenleri ıslatırlar. Fakat ekinciler buna hiç kızmaz, güler, oynarlar. Çünkü bu âdet onlar tarafından “Ekinlere kovalarca yağmur yağsın, iyi büyüsün,” şeklinde anlaşılır, âdet edilmiştir.
Bu gün işi bitirip dönen ekincilere evde yiyecek ve içecekler şenlik varmış gibi hazırlanır.
Sınamaḳ saban tuyı ‘‘sınama için yapılan hasat bayramı”
Karlar eriyip toprak kuruyunca ilkbahardaki ekime gitmeden önce “sınamaḳ saban tuyı ‘‘sınama için yapılan hasat bayramı” düzenlenir. Buna tav saban tuyı “dağ hasat bayramı” ya da belekey saban tuyı “küçük hasat bayramı” da denir.
Sınama için yapılan hasat bayramına önceden çok fazla hazırlık yapılmaz. Saban bayramını geçirmek için bu yıl gelin getiren bazı evlerden, yeni ev yapmış kişilerden bit yavlıġı “yüz havlusu”, ḳulyavlıġı “el havlusu”, biyeley “eldiven”, baş yavlıġı “başörtüsü” gibi eşyalar ve kendileri isteyerek verenlerden yomırḳa “yumurta” toplanır. Bu saban bayramına başka köylerden güreşçiler, koşucular, yarış atları gelemez. Sadece bu köyün pehlivanları güçlerini sınar ve sadece bu köyün atları yarıştırılır. Kendi köylerindeki güreşçileri, koşucuları, yarış atlarını deneyip bakarlar. Yani büyük saban bayramında başka köyün pehlivanları ile boy ölçüşebilecek yiğitlerimiz, başka köyün küheylanlarını geçecek yarış atlarımız, başka yerlere gidip galip gelecek tertibimiz var mı?
Bu küçük bir saban bayramıdır. Fakat güzelliği ve eğlencesi büyük saban tuylarından daha az değildir. Yüksek dağ eteğindeki bayram meydanından çayırların, derelerin, longozların, tarlaların güzelliğini aydınlık bir bahar sabahında görebilirsiniz. Oyunların sırası da büyük saban bayramındaki gibi düzenlenir.
Ana meydandan çok uzakta bir grup hevesli genç, çoluk çocuk ve kadınlar vardır. Burada yarış yoktur. Sakince “garmun (akordeon)” çalarlar. “Garmun” çalarken erkekler oynar. Israr edilen kızlardan da oynayanlar olur. Sadece en yüreklileri bu kadar kişinin önünde dans etmeye cesaret eder. Şarkı söylemeli, dans etmeli oyunlar oynanmaz. Yalnızca koşturmalı, hareketli oyunlar oynanır.
Köy halkı bugün bayram yapar. Çoluk çocuğun üstü başı yıkanır, yamalanır. Büyükler de temiz kıyafetler giyerler. İnsanlar işe gitmez. Her evde bayramlık yiyecek içecekler hazırlanır. Başka köyden gelecek konuk, ziyaretçi olmasa da bu köyün insanları saban bayramından dönünce birbirlerine yemeğe giderler.
Zur saban tuyı ‘‘büyük hasat bayramı”
Saban tuy “hasat bayramı” gününde köy tören havasına bürünür. Öğleden sonra güzel giyinmiş bir grup delikanlı sokak boyunca hediye toplayarak yürür. Gruptakilerden biri allı güllü bit yavlıḳları “yüz havluları”nı, ḳulyavlıḳlar “el havluları” asılmış uzun bir direğe tutturur. Delikanlılar bu yıl gelin getirmiş evlere uğrar. Sadece kısa bir süre için dururlar. Yeni ev kuranlar ve adak adayanlar sölgě “havlu”, baş yavlıġı “başörtüsü”, biyeley “eldiven” gibi el işi eşyaları mutlulukla verirler. Pek çok evden yumurta alırlar. Çokça eşya toplanır, ertesi gün için hediyeler hazırlanır.
Zur saban tuyı “büyük hasat bayramı” günü çocuklar erkenden kükey “yumurta” toplar. Ellerinde güzelce dikilmiş küçük torbaları vardır. Onlar her eve girer çıkarlar. Bu âdet “saban bayramı yumurtası toplama” diye adlandırılır. Küçüklere akrabalar, eş dost, buyavlı yomırḳa “boyalı yumurta”, kenfit “çıtır şeker”, kızıl bellě prenněk “zencefilli kurabiye” verir, diğerleri de hasat bayramı için ev yapımı kurabiye verirler. Ne mutlu çocuklara!
Beklenen bahar bayramında her şey güzel görünsün diye uğraşılır. Bu gün için avlular, kapı dipleri, sokaklar temizlenir. Kerpiç evler, kulübeler sıvanır, beyazlatılır. Taş duvarların düşen, parçalanan kısımları yerine konur, eski çitler yeşil söğüt dalı ile kaplanıp yamanır. Hatta çatının samanları da eski günlerdeki gibi düzensiz değil, yeni şekliyle görünür bugün, her şey derli topludur.
Köy halkı eksiksizdir. Yıl boyunca başka bir günde sokaklarda bu kadar kişi yoktur. Evden çıkınca neşeli, güler yüzlü insanlar görünür. Örfiya teñkelě muyınsalar “ince teneke paralarla kaplı gerdanlıklar” takmış genç kızlar, çuḳlı tübeteylě “püsküllü şapka”, temizlenmiş, yamanmış beyaz ve mavi kendir dokuma gömlek giymiş yalın ayak delikanlılar oradan oraya koşturur, hiç durmazlar. İpekli, süslü dokuma, allı güllü, nakışlı alyapḳıç “önlük” bağlamış güzel giyimli genç kızlar bugün çok göze çarpar. Hava sıcak olsa da baltır “konç” ince görünmesin diye elde dokunmuş çorapla çarık giyen, tübetey “fes benzeri süslü erkek şapkası”lerini, kiyěz ěşlepe “keçe şapka”lerini çapraz bırakan uzun boylu, yakışıklı delikanlılar dolaşıp durur. Bazı kişiler özellikle de yaşlılar misafirleri karşılayıp uğurlamakla meşgul olurlar. Zaman zaman biniciler atları sokak boyunca dörtnala koşturur.
Saban bayramı meydanındaki yarışları, oyunları anlatmıyorum, onlar şimdi de geçmişte olduğu gibi devam eder.
Ana meydanın dışında, yetişkinlerin gözlerinden uzakta gençler topluluğu vardır (kızların hepsinin de orada olması dikkat çekicidir). Burada erkekler ve kızlar oynar. Fakat yetişkinlere kıyasla daha çekinerek oynarlar. Koşuşturmalı, şarkısız, şiirsiz, danssız oyunlar oynarlar. Akordeoncunun etrafına toplandıklarında dans ederler. Erkekler teker teker çıkıp oynar. Fakat kızların yalnızca en cesurları dans etmeye cesaret eder.
Gençler saban bayramından yetişkinlere kıyasla daha geç dönmeyi severler. Saban bayramları çok eskiden beri beklenen, saygı duyulan, geçmiş yıllar boyunca özlemle yâd edilen bayramlardır.
Ḳarşı uyın ‘‘karşılıklı oyun”
İlk olarak iki komşu köyün gençleri ne zaman, nerede beraber oyun oynayacakları hakkında birbirlerine fikir danışırlar. Budama bitip ot biçmeye gitmeden önce işlerin azaldığı bir zamanda, buluşmak için belirlenen günde, iki komşu köy, bir çayır ile bağlanmış güzel çiçekli araziye oynamak için giderler. Önce bu köyün delikanlıları ile diğer köyün delikanlıları, bu köyün kızları ile diğer köyün kızları karşı karşıya gelir, görüşür ve biraz konuşup tanışırlar. Onların hepsi aynı yere toplanır. Oyunlar başlar. Gitmeli, koşuşturup durmalı oyunlar oynarlar. Gürültü yaparlar. Burada çiçek toplarlar, aḳsırġak “akçöpleme” bitkisinden kamçılar yapıp, birbirlerine vurup şakalaşırlar. Bunun başka bir çeşidi de oyunun kuralı da yoktur. Fakat atışıp koşuşturup oynamak, afacanlıklar yapıp katıla katıla gülmek caziptir. Yeniden kızlar kendi kendine, erkekler kendi kendine aḳsırġak “akçöpleme” otu kopartıp alıştırma oyunları oynarlar. Parlı “eşli” oyunu uzun sürer. Onu pek severek oynarlar. “Karşı oyun”da bir yerden başka bir yere göç etmek gelenektir. Diğer yere gidildiğinde erkekler ve kızlar hep beraber konuşup anlaşıp çift olurlar. Gruptan ayrılıp oraya buraya gitmek yoktur. Karşı oyunun başından sonuna kadar etrafa yayılmak, dağılmak olmaz, uygun değildir, dedikoducuların ağzını kapatmak gerekir. Bu oyun gençlerin çabası ile düzenlenir. Onun için nerede ve ne zaman yapılacağını dedikoduculara duyurmamaya çalışırlar.
Oyuna çoğu genç giremeden kalır. “Bu oyun sadece işten kaytarmak için” der bazı anne-babalar.
Bökrě yazuv ‘‘kambur yazısı”
Yetişkin kızlar, genç erkekler herhangi bir iş yapan insanların yanından sadece selam verip “Yorulmadan çalışın, tereyağını dişleyin!” diyerek geçip gitmezler. Onlara (mesela ot toplamalarına) yardım ederler. Bir ara avuç avuç koparıp koyarlar. İşte kızın yaptığı işe “kambur damat yazısı”, delikanlının yaptığı işe “kambur gelin yazısı” denir. Yardımlaşmadan giden kızlara “Yardım etmeyi unuttun, kocan huysuz bir kambur olacak!” derler. Yardımlaşmayan erkekleri “Yardım etmeyi unuttun, karın huysuz bir kambur olacak!” diye kandırırlar.
Törtkě botḳası ‘‘dürtme pilavı”
Bazı konuklar gitme vakitleri gelmesine rağmen kalkıp gitmezler. Böyle olunca sofraya tarı botḳası “darı pilavı” pişirip getirilir. Buna törtkě botḳası “dürtme pilavı” da denir. Yani bu yemek, konuğun gitme vaktinin yaklaştığını sezdirmek için onu dikkatlice uyarmak için pişirilir. Bazen eve dönmeye çok acele eden değerli misafirler de (şaka kaldıracağı bilinen misafirler) bu yemek ile “ağırlanırlar”. “Misafirimiz gitmiyor, bu yüzden dürtme pilavı pişirdik” diyerek şakalaşırlar.
Kiyěm ḳotlatuv ‘‘giyim kutlatması”
Küçük çocuklar yeni kıyafet giyince yakınlarına bu kıyafeti göstermeye giderler. Kardeşleri, akrabaları kıyafete bakıp över ve çocuklara yomırḳa “yumurta”, şiker-kenfit “şeker, şekerleme” verirler. Bu giyim kutlatmasıdır.
Uraḳḳa ḳul saluv ‘‘orağa el atma”
- Hey! Orağa başladınız mı?
- Hayır, sadece el atıp döndük. Bir iki güne başlayacağız.
Orağa sağlam başlamak için ekincilerde kendi toprağının başına gidip bir dönümlük yeri biçme geleneği vardır. Buna orağa el atmak, başlamak denir.
Orağa el atma ekinlerin haddinden fazla büyüdüğü sevinçli zamanlarda olur. Güzel kıyafetler giyip, mümkün olduğu kadar süslenip (misafirliğe gider gibi olmasa da), çift olarak (kadınlı erkekli) koşulu at ile atsızlar da yayan olarak gidip orağa el atıp geri dönerler. “Başlanmış iş başarılmış iştir” der halk. Bu zor işe girişecek kişi kendini eğlendirip, geniş kırda huzura erip geri döner.
Başçaġalav ‘‘başını dövme, kendire girişme”
- Kendir dövmeye başladınız değil mi?
- Hayır, komşu! Sadece başlayıp bıraktım. Yarın olmazsa da başka bir gün tokmaklamaya başlarım.
Elle kendir dokunduğunda, zaman olup olmadığına bakılmaksızın işe başlayıp kendiri az bile olsa dokuma âdeti vardır. Buna başçaġalav “başını dövme, kendire girişme” derler.
Kömey ḳuyışuv ‘‘can dostu olmak”
Sırlarını paylaşan, birbirini çok iyi bilen iki yaşıt kız, “can dostu” yani kömey olmak için söz verirler. Birbirlerine kömey “can dostum” diyerek konuşmaya başlarlar. Bazı kızlar görüşüp tanıştıktan sonra kömey ḳuyışmak “can dostu olmak” için birbirlerini özel tarzda bir çaya davet ederler.
İşte sırlarını paylaşan iki yaşıt kızdan birisi, anne-babasının izni ile diğer kızı çaya çağırır. Çay dibinde iki güzel kız konuşur da konuşur... Konuşacak sözleri hiç bitmez. Sevdikleri hakkında, erkekler-kızlar hakkında en tatlı konuşmaları yaparlar. Burada bir ömür dost olarak yaşayacaklarına, birbirlerine kömey “can dostum” diye hitap edeceklerine söz verirler. Böyle yaparak dostluklarını sağlamlaştırır, güçlendirirler.
Çaya çağırılan can dostları da çağırılmayan can dostları da ömür boyunca sözlerinde durup, dost olarak yaşarlar.
Kömeyler “can dostlar” şarkısı:
İy kömeyěm, kömeyěm le, → Ey dostum dostum,
Çuḳlı çepçur kiygeněñ → Püsküllü ayakkabı giydiğin,
Pěşken alma, yatḳa ḳalma → Olgun elma, yabancı kalma
Nasıyp bulsun söygeněñ → Nasip olsun sevdiğin.
İy kömeyěm, kömeyěm le, → Ey dostum dostum,
Kilěşe aḳ külmegěñ. → Yakışır ak gömleğin
Alma, ḫörme, ḳayġı kürme, → Elma, hurma, kaygılanma
Nasıyp bulsun söygeněñ → Nasip olsun sevdiğin.
Tañ suvı ‘‘tan suyu”
Çocukları tatlı uykularından uyandıran müşfik anneler, şafak söktüğünde pınardan ya da dereden su alıp dönerler. Biraz ılıklaştırıp bu suda çocuklarını yıkarlar. Bu çocuklar temiz, güzel, saf gönüllü, fizikî olarak da güçlü olarak büyüsün diye dilek dilerler. Çünkü tañ suvı ‘‘tan suyu”nı toz toprak düşmemiş, hiçbir kir konmamış temiz su olarak bilirler. Şarkısı da vardır:
Ḳullarıñda al göl melle? → Ellerindeki kırmızı gül mü acaba?
İslerě añkıp tora, → Kokuları yayılıp durur,
Tan suvında yuġannardır, → Tan suyunda yıkanmışlar,
Yözlerěñ balḳıp tora. → Yüzleri parlayıp durur.
Çocukları tan suyunda yıkamak, ıslatmak çoğunlukla yaz aylarında yapılır.
Ḳot ḳoyuv ‘‘ruh vermek, ruh serpmek”
Çocuk bir şeyden korkup hasta olursa ona ruh serperler. Güzel yaz zamanlarında toplanan metrüşke ‘‘mor çiçekli bir tür bitki”, şalfey ‘‘adaçayı”, hoş kokulu bahçe güllerini kaynayan suya atarlar, buharlayıp pişirip çocuğu bu bitkilerin etrafına oturturlar. Buna ḳot ḳoy “ruh vermek, ruh serpmek”mak derler.
At daġası ‘‘at nalı”
At daġası “at nalı” bambaşka güzelliğe sahip bir eşya olarak kabul edilir. Birçok nesneyi at nalı ile karşılaştırarak överler: “Gümüş bir nal gibi, demir bir nal gibi, kirli beyaz at nalı gibi!” derler. O güzellik bir tılsım olur. Hasta olan çocuğa ḳot ḳoy “ruh serpmek”mak için hazırlanan kaynamış suya çiçekler ile beraber at nallarını da atarlar. Yani nal, tılsımlı gücü ile hastalığı kovar, çocuğu iyileştirir. Yoldan nal ya da nal parçası bulmayı iyiye yorarlar. Bulan kişiye tez vakitte baht, mutluluk gelmesini beklerler.
Kötüv çıġuv ‘‘sürünün güdülmek için yola çıkması”
İlkbaharda ilk kez kötüv çıḳ “sürünün yola çıkması”tığı sabah şöyle manzaralar meydana gelir: Kadınlar sürü gütmeye yiyecek ile gelirler. Yani onların her biri çobana iki üç yumurta ya da başka türlü yiyecekler getirip verir. İlk kez hayvanları gütmeye çıkılacak günde çobana yiyecek getirmemek cimrilik sayılır. Şaşırtıcı şekilde bu sabah kaygılanmalar, zorlanmalar olur. Niye? Çünkü çoban köyde dilenci gibi en aşağı, en değersiz kişi olarak görülür. Hatta çoban kelimesinin “avam” anlamı nesilden nesile devam eder. “Onun dedesi çobandı ya!” diye birileri hakkında söylerler. Bu yüzden çobana, özellikle işi ilk kez yapacak kişiye karşı kaygı duyulur. “O günün kaderinde yazılmış olduğunu görme!” deyip oflayanlar, hatta mum alanlar bile vardır. Çoğu kişi için özellikle de çobanın yakınları için baharın hayvan güdülecek ilk sabahı keyifsizdir. Diğer taraftan hayvanları sağ salim kışı atlattığı için sevinen insanların varlığı da sezilir sezilmesine. Öyle ya, herkes bu dünyada sevinç ve kederin yan yana yürüdüğünü bilir.
Köměş teñke ‘‘gümüş para”
Ev yapıldığında temele, ilk kütüğün altına köměş teñke “gümüş para” koyup bırakılır. Böyle yapılınca evin yiyecek içecek ile dolacağına, ev sahibinin zengin olacağını inanılır.